Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tanrı Bilinmezliği - inancın doğası 2

 Önceki yazımızda inanç konusuna giriş yapmıştık( burada ). Bu yazımda devam edeceğim.  İnanç örüntülerinin temel işlevinin, bilinmezlik temelli korkuyu bertaraf etmek olduğunu anlattım. Ve de inancın işlevi itibariyle nedensellik temelli olmak zorunda olmadığını...  Zihnimizdeki boşlukları dolduran, aslen zihnimizin doğal bir parçası olan inançlar da aynı hafıza gibi, kişiliğin gelişimi gibi katman katman inşa edilir. Zeka temelli mantıksal işlevlerimizle esnek ve uyumlu bir dengeye sahiptir.  Ne mantığımızı tamamen ön plana çıkarıp inanç ihtiyacını yok edebiliriz, örüntülerden kurtulabiliriz,   Ne de aklımızı tamamen çöpe atabiliriz. İkisi arasındaki denge-uyum ise bize yaşamsal verimlilik katar.    Ateizmin ve nihilizmin içine de dindarlardan çok daha güçlü inanç örüntüleri yerleşmiştir. Nihilizmin babası sayılan NİETZSCHE bile nihayetinde "bengi dönüş" isimli, gnostik akımların amatör bir kopyası sayılabilecek inançla tezlerini dengelemek...

Tanrı Bilinmezliği - inancın doğası

Size önceki yazılarda bilincin mekanizması ve algının doğasından bahsetmiştim ( burada ). Şimdi de 'inanç' olgusunu masaya koyacağım.      Bilinç sadece homo cinsi türlere özel değildir. Doğada diğer memeli ve bazı kuş türlerinde benzeri bir mekanizmayı gözlemleyebiliriz. Bilincin ilgili beyinde oluşup oluşmadığını ayna testi gibi basit bir testle ölçebiliriz. Aslında bu test oldukça basit ve sadece bize ön fikir verir. Kesin bir yargıya götürmekten uzaktır. Ayna testinde subjeyi aynanın karşısına koyup kendisini tanımasını bekleriz.  Aynaya bakan gözlemci subje, aynada gördüğü benzerinin kendisi olduğunu anlıyorsa öz  farkındalığa, yani bir nevi bilince sahip olabileceğini kabul ederiz. Bu testi bizlerin haricinde diğer bazı primat türleri, kuzgun gibi kuş türleri, bazı köpekler, ve birçok memeli türü aslında geçer. Ki doğaldır çünkü evrim ağacında diğer memeli türlerinden ayrılmamız, biyolojik tarih açısından gece yarısına çeyrek kala gibidir neredeyse. ...

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Tanrı Bilinmezliği - sanrılar

İnsan bilinci beyinde nasıl oluşur?;     İnsan bilinci yaygın kanıya göre -ya vardır, ya yoktur- şeklinde, keskin çizgilerle tanımlanabilecek bir olgu değildir. Beynin çeşitli yayınlara göre bilinç türleri olarak ta tanımlayabileceğimiz kimine göre 11 kimine göre 24 farklı türü mevcuttur.  Fizyolojik olarak bakarsak bilinç; beyin korteksinin limbik sistem yolakları ve ayna nöronlar üzerinden kendine yaptığı bir çeşit feedback (geribesleme) mekanizmasıdır.  Dışardan uyaranlar beyine gelir. Beyinde retiküler ağ ve talamus gibi bölgelere uğrar. Talamusta gereksiz veriler ayıklanır, kalan işe yarar veriler beynin çeşitli merkezlerine dağılır.   Ya direk bilinci oluşturan korteks bölgelerine ulaşır, ya da bazal -ganglionlar, limbik korteks, hipokampüs, amigdala- gibi alt beyin bölgelerini ziyaret eder. Buralarda hem kayıt altına alınır hem de refleksif ve kalıplaşmış veriler ayıklanarak, bazen güçlendirilerek kortekse ulaşır.  Önce bilinçaltı bölg...

Tanrı Bilinmezliği

Atalarımız (homo türleri) ilk gelişmeye başladığında küçük gruplar halinde yaşam savaşı verir, doğaya entegre bir hayat sürerdi.  Bilişsel ve fiziksel tasarımlarımız 'nasıl daha iyi ve güvenli hayatta kalınabilir, ürenebilir' temelliydi.  Binlerce yıl hayatın anlamı bundan ibaretti.. Sonra ateşi kontrol etmeyi öğrendik. Bu besinleri daha kolay sindirme, diğer yırtıcılara karşı güvenlik, sıcaklık kontrolü, aydınlatma gibi birçok fayda sağladı bize. Bu sayede biraz olsun hayatta kalmak değil de diğer anlayamadığımız şeyler üzerinde düşünmeye başladık.   Gökteki parlayan noktaların ne olabileceği, gündüzü yapan büyük, ışık saçan dairenin nasıl bir şey olabileceği, neden olduğu ve o taraftan, gökyüzünden gelen su damlalarının nasıl doğayı canlandırdığı, canlıları çoğaltıp beslediği....  Canlılık göklerden gelmiş olmalıydı. Gökteki bir güç ışık, ısı, yağmur, dağlardan su yollayarak canlı olan şeyleri oluşturuyordu, çoğaltıyordu.   Akşam vakitleri avımızı ateşte ...