Ana içeriğe atla

Tanrı Bilinmezliği - sanrılar

İnsan bilinci beyinde nasıl oluşur?;  

İnsan bilinci yaygın kanıya göre -ya vardır, ya yoktur- şeklinde, keskin çizgilerle tanımlanabilecek bir olgu değildir. Beynin çeşitli yayınlara göre bilinç türleri olarak ta tanımlayabileceğimiz kimine göre 11 kimine göre 24 farklı türü mevcuttur. 

Fizyolojik olarak bakarsak bilinç; beyin korteksinin limbik sistem yolakları ve ayna nöronlar üzerinden kendine yaptığı bir çeşit feedback (geribesleme) mekanizmasıdır. 

Dışardan uyaranlar beyine gelir. Beyinde retiküler ağ ve talamus gibi bölgelere uğrar. Talamusta gereksiz veriler ayıklanır, kalan işe yarar veriler beynin çeşitli merkezlerine dağılır. 

 Ya direk bilinci oluşturan korteks bölgelerine ulaşır, ya da bazal -ganglionlar, limbik korteks, hipokampüs, amigdala- gibi alt beyin bölgelerini ziyaret eder. Buralarda hem kayıt altına alınır hem de refleksif ve kalıplaşmış veriler ayıklanarak, bazen güçlendirilerek kortekse ulaşır.

 Önce bilinçaltı bölgelerde süzülüp işlenerek sonra frontal kortekse gelir.

 Burada ne olur? 

korteks


 Burada  kısmen doğuştan var olan, kısmen de bebekliğimizden beri olgunlaşan, çok boyutlu bir şekilde organize olmuş, aralarında milyonlarca sinaps oluşmuş nöral devre kalıplarına uğrar. Bunlar, diğer kalıplarla iç içe geçmiş, neredeyse kolektif diyebileceğimiz, özelleşmiş nöral devre kümeleridir. Süzülen veriler bu devreye boşalır. Bu devre birimlerinde şekillenir, değişir, olgunlaşır, düzenlenir, sonra tekrar talamus kavşağına gider. Buraya korteksten gelen veriler hem beynin alt kademelerine hem de vücuda dağılır, hem de tekrar aynı yollardan geldiği yere döner. 

 İşte burada bir şey olur.

bilinç


 Sinyali yollayan nöron devreleri, kendi sinyallerini tekrar alınca kendini onaylamış olur (feedback). Bir nevi kendi farkındalıklarına varırlar. Aynada kendimizi görüp fiziksel varlığımızı fark etmemiz gibi. 

Korteks işlem birimleri;

 Bahsettiğim nöral devreler, bilgisayar işlemcileri gibi nano ölçeklerde organize olmuş, milyarlarca  sinapsla birbirine bağlanmış, yapay zeka algoritmaları gibi programlanmış işlemci kümeleridir aslında. 

 Ve silikon işlemciler gibi stabil değil, dinamik bir yapıdadır. Sürekli yeni bağlantılar oluşur, bağlantılar kopar, yenileri gelir..... 

 Kendi bağlantılarını duruma göre değiştirebilen, sadece yazılımsal olarak değil, donanımsal olarak ta kendini geliştirebilen, yapılandırabilen yapay zeka işlemcilerini düşünün. 

  İşlem birimi ve bağlantı sayıları, günümüz işlemcilerinden kat kat fazla, organik ve dinamik işlemciler.  Her biri belirli bir amaca yönelik oluşmuş, o görev için kendini yeniden şekillendirebilen işlemciler.

 Bu süreçler beynin diğer bölgeleri tarafından kolektif bir şekilde kontrol edilir.

 Birbiriyle ilişkili, birbirinden sorumlu, bazen ortaklaşa hareket edebilen, milyonlarca çekirdekli, donanımsal plastisitesi ve dinamizmi de olan bir ultra işlemci kümesi düşünün.

 Beynin alt bölümleri üzerinden ve birbiri üzerinden bu işlem birimleri sürekli kendini onaylar. Kendi ürettiği verileri kendileri de alır ve bunu dalgalar halinde tekrar tekrar yaparlar. 

  Bu aynalama süreci sürekli olur.  Aynı tek tek film karelerinin birşey anlatmadığı, ama hepsini ardı ardına dizip hızlıca gösterince ortaya anlamlı bir video akışı çıkması gibi. 

Nasıl o filmi biz tek tek resim olarak algılamayız. bir video olarak algılarız, neokorteksteki nöral devre birimleri de bütünleşik bir şekilde- bu video yanılsamasında olduğu gibi- bilinçli olduğunu algılar.

  Farkındalık algısını -dalgalar halinde kendi üzerinden geçerek kendisini kesintisiz süreklilikte onaylayan- bu devre kalıplarının oluşturduğu bir yanılsama olarak tanımlayabiliriz. 

 Bu anlattığım senaryo bilişsel bir zombi olduğumuzu kabul edersek bu şekilde... Bilincin sadece günümüz özelinde teorileşmeye başlayan, henüz tamamlanmamış bir açıklaması olarak görülebilir.

 Şimdilik bilincin nasıl oluştuğu konusunu bir kenara bırakalım.


 Bilincin seviyeleri, türleri;

  •  Rüya bir bilinç düzeyidir. Rüyalarımızda bilincimizi kaybetmeyiz. Mantık süzgeci ve sebep-sonuç ilişkisi değişir ama farkındalığımız vardır.

 Lucid rüyada (rüyada olduğunu farketme hali) farklı bir bilinç türü,

Derin uyku çıkışında farklı bir bilinç türü

 Rem uykusunun ortasında farklı bir bilinç türü...

 Hiçbiri de diğerine benzemez. Kendimizi bir at bir kartal olarak ta algılayıp bunu hiç garipsemeyebiliriz. Gerçek dünyanın paralel bir gerçekliğindeki gibi de algılayabiliriz, bedensiz bir dış gözlemci gibi de. Nedenselliğin tersine döndüğü, zaman çizgisinin ters aktığı şekilde de olabilir. 

  Dış uyaranların parazitinden kurtulan zihin, daha seri ve geniş bir skalada kendisini deneyimleme fırsatı bulur. 

 Hatta çoğunlukla rüyada olduğumuzu bilmeyiz. Gerçekliğimiz her zaman oymuş gibi kanıksarız. Lucid evrede rüyada olduğumuzu farketsek bile başlangıcını hatırlamayız rüyanın. 

Devam edelim; 

  • Trans hali de farklı bilinç seviyeleri barındırır. Misal; uzaklara dalıp gitmemiz en zayıf trans halidir. Trans derinleştikçe dış uyaranları algılayış biçimimiz değişir. Bazen azalır bazen tam tersi artar, bazen sinestezik şekillerde birbirine karışır (mavi rengini ses, papatya kokusunu yumuşak dokunuş, sol notasını tatma gibi).
  Bazen de dış uyaranlar sonucu deneyimlediğimiz algılarla, beyindeki duyguların, anıların, mantığın ürettiği, geçmiş verilerin kontrol dışı senaryolaştırıldığı algılar (yani Sanrılar) birbirine karışır ve ayırdedilemez bir hal alır. Gerçek dünyada birebir, tamamen gerçek bir şekilde UNİCORN görür, onunla oynarız. Üzerine binip bulutların üzerinde gezeriz.
rüyalar ve bilinç 

Transın en derin halinde de dış uyaranlara tepki kesilir,  hatta birçok refleks ortadan kalkabilir.
  • Uyanıklık halinde de tek bir bilinç düzeyi yok. O da çeşitlidir. Çeşitli yöntemlerle daha fazla sayıda farkındalık kombinasyonları inşa edilebilir.İnanca dayalı ve emosyonel yönlendirmelerle yapılan süreğen telkinler (ritüel ve mantralar-ibadetler), tekrarlayan imgeleme çalışmaları veya meditatif yollarla.
   Güçlü inanç kalıplarıyla tekrar tekrar zorlanınca, beyindeki her farkındalık kapısı açılabilir. 
  • Hipnotik bilinç düzeyleri de var ....
 
  Dalgalar;

Bildiğimiz anlamda bilinç, içinde bazen nedensellik ilkelerinin işlediği, bazen hiç işlemediği,  ayna görüntü, ayna iç ses, ayna hisler, aynalanan düşüncelerle Ouroboros misali bitmeyen bir döngüye, kendisini besleyen sürekli bir yankıya benzetilebilir.

Aklımızda bir şeyleri düşünüp tarttığımızda zihnimizde canlanan görü, ses ve senaryolar, tek seferde kurgulanıp bitmez, yankılar halinde azalarak algılanır. 

 Mesela içimizden bir fili düşünüp iç sesimizle "FİL!!!" diye bağırsak beynimizde , o ses ritmik bir şekilde tekrarlayarak azalır. Bunu bazen farkederiz, bazen umursamaz algıdan çıkartırız. (FİL FİL fil fil fil.....) yankılanan ses gibi, dalgalar gibi..... Tüm algılarımız bu şekildedir aslında.

 Zaten korteksimizdeki nöral devre kalıpları da böyledir. Azalan dalgalar halinde, komşu devrelerle iç içe geçmiştir.

 Aklınıza takılan bir sözün, sabah dinlediğiniz şarkının veya vurucu bir görüntünün tekrar tekrar beyninizde dönmesi, şarkının veya sesin bitip sürekli başa sarması da belki bununla ilişkilendirilebilir.

Fikirler ve hatırlanan anılar da ritmik tekrarlayan bir yapıdadır. 



İşlem birimlerinin oluşumu;

nöral devre illüstrasyonu


Ritmik dalgalanmaların sebebi sinaps oluşturmak üzere yeni oluşan dendrit uzantılarının tekrarlayan impulslarla doğru olan aksonlara ulaşmasını sağlamaktır. Sinyal dizini aynı genlikte ve frekansta olmalıdır, sürekli tekrarlamalıdır ki nöron gövdesinden gelişen dendrit uzantısı, yanlış yöne sapmadan aynı sinyali taşıyan aksonla sorunsuz sinaps oluştursun.

 Sonuçta nöral impulslar çok hızlıdır, işlem hızı buna göre yüksektir fakat yeni bir sinapsın oluşumu zaman alır. Ve oluşan sinaptik bağlantının tekrar tekrar güçlendirilmesi gerekir. 

 Mesela 15 milyon sinaptik bağlantı içeren yeni bir devrenin oluşup kümelenmesi için, belirli bir düşünce veya anı birimi oluştururken, hücre gelişimini, sinaps uzantılarını tek bir kalıpta oluşumuna zorlayabilmek için o nöron topluluğunu sürekli aynı frekansta sinyal dizinine maruz bırakmak gerekir.

  Dalga dalga tekrarlayan dizinler sonucu yeni bir birim oluşur. Daha doğrusu ilgili sinyal dizini, en az dirençle bozulmadan akabileceği yollara nöroplastisite sayesinde kavuşur. Nöron hücreleri de zarından akan impulsu en kısa yoldan üzerinden geçirebilmek için yeni uzantılar oluşturur.

 Elektriğin her zaman en az direnç içeren yolu tercih etmesi gibi...

aslında birimler bu kadar karmaşık ve iç içe geçmiş birçok devre barındırır. 


Yaratıcılık;

 Bu sebepten her düşünce dalgalar halinde zihnimizde yankılanır. Bazen girişim desenleri şeklinde farklı formlar oluşturur. Bu sayede yeni fikirler doğar. Yaratıcılık gelişir.

  Oluşan yeni impuls diziniyle de ilgili yeni bir devre gelişir.

Mesela hipokampüs bölgesinde de en az direnç yolu uğruna oluşan, milyonlarca yeni sinaps içeren taze birimlerimiz, aynı sinyali kendisi üretebilir hale gelir. Yani anılar kayıt altına alınır. Fakat komşu birimlerle rastgele etkileşimlerden ötürü yüzde yüz stabil bir kayıt olmaz. Hipokampüs dokusunun merkezinden dış katmanlarına doğru bu stabilizasyon azalır. (merkez katmanlar kalıcı hafıza, dış katmanlar geçici hafıza). Çünkü dış katmanlar, komşu bölge gerilimlerine daha fazla maruz kalırlar. Kısa dönem hafızadan sorumlu oldukları için de daha aktif çalışırlar.

dalgalar


 Bu yüzden geçmişe dair hafızamızda olan şeyler de her hatırlanmak istendiğinde, her simüle edildiğinde güncel bilinç ve duygu durumuna göre bir miktar değişir. Ortada bir bant kaydı yoktur. Anılarımız tam güvenilir kaynaklar değildir. Bir anı ne kadar çok canlandırılırsa o kadar fazla değişime uğrar. Hafıza sık sık insanı yanıltır.

  Bilincin kapandığı derin uyku anı ve senkop, koma, genel anestezi gibi durumları es geçiyorum.

Unicorna geri gelelim; 

 Sanrılar sadece patolojik durumlar sonucu oluşmaz. Yani şizofreni, şizoid bozukluklar, psikotik tablolar gibi her zaman patolojik tablolarla beraber görülmez. 

 Patolojik olmayan, tamamen sağlıklı diyebileceğimiz bir beyin yapısında bile sanrılar oluşabilir. Bambaşka bir gerçeklikte ve algı düzeyinde yaşayabiliriz. Hatta bir ömür oralarda yaşar, farklısına şahit olmadığımız için ağır kanıksamış ta olabiliriz. 

 Çünkü sanrılarla diğer algıların beyinde oluşum şekilleri birbirine benzer. Hatta aynıdır! Aradaki ayrım çizgisi bulanıktır.

Ancak günlük hayatta nedenselliğe ve günlük algısal akış bütününe uymayan simülasyonlar, algıdan çıkarılıp bilinçaltına itilir. ( beyin uyduğuna ikna olursa yaşatabilir de...)

Aynı hergün yoldan geçerken yanından geçtiğimiz ama hiçbir zaman ilgilenmediğimiz için algılamadığımız bir ağaç gibi, ya da araç sürerken yola odaklandığımız için zaten farketmememiz gereken yol kenarındaki bir taş parçası gibi...

Bu sanrıları gecikmiş bir hayal gücü olarak algılarız bu yüzden. Talamik kavşakta inhibe edilir yani...


sanrılar Tyler Durden kadar gerçek deneyimlenir.


Bir sanrı ile gerçek bir algıyı ayırdetmek için gerçek dünyayı ve mantık süzgecini kullanırız. Ancak mantık ta her bilinç seviyesine göre değişebilir. Gerçek dünyayı da zaten beynimizde yeniden simüle ederek deneyimleriz. Yani ayırdetmekte kullanılan araçlar da aynı yapının eserleridir.

 Herkesin peri gördüğü bir psikoza sahip toplumda periler 'mantığa' göre gerçek kabul edilir.

Beyin gerçekten çok güçlü bir organ. Ve dış gerçekliği kendine göre, kendi bildiği gibi, öznel bir şekilde algılar. 

Herkes gökyüzünü farklı görür, algılar. Ama herkes mavi olarak tanımlar. Tek ortak yön sadece isimdir.

 Hiç kimse bu dünyayı %100 nesnel bir şekilde algılayamaz. Hatta %100 öznel olduğunu bile düşünüyorum bazen.

 Yankılar ve travmalar.... 

 İnançlar ve inşa edilmiş refleksler..

Yani gönülden inanıp -iman edip- uslu bir çocuk olursak şirinleri görebiliriz. Gerçekten bu mümkündür. 

 Toplumsal Algılar;

 Şu anki bilimsel birikimimize göre dünyayı matematik tabanlı bir algoritmayla algılıyoruz. Bundan yüz yıl önce toplumların dünyayı algılayış biçimi farklıydı. Bundan 500 yıl önce daha farklıydı...

 Şu an saygın bilim insanı olarak kabul ettiğimiz Nikola TESLA marslılarla konuşur, dünyayı frekanslarla algıladığını söylerdi. Deli demezdi hiç kimse ona, dahi derdi. Dünyayı bu kafayla değiştirdi Tesla.

 İsaac NEWTON bir büyücüydü.

 MENDEL imanlı bir rahip.

 İlk kimyagerler felsefe taşını arardı.

 Binlerce yıl önce de gökte Tanrılar vardı.


 Yarın?

 Yarın belki de dünyayı matematiksel temelde algılamaktan vazgeçecek, bambaşka şeyler keşfedip o şekilde algılayacağız. Şu anki dünyayı algılama, gözlem ve deneylerle yorumlama şeklimiz, şu anki bilinç düzeyimiz bundan 100 yıl sonra çok farklı olacak. 

Belki yine geçmişe bakıp kendimize ''eskiden ne aptalmışız'' diyeceğiz. Belki biz geleceğe bakabilseydik 100 yıl sonrasının insanlarına aptallar sürüsü diyecektik! kim bilir...

 Bilinç kadar esnek, yanıltıcı, öznel, hatta kesin tanımlaması bile muallak bir şeyi, tek bir kalıpla tanımlayıp, her gerçekliği o kalıp üzerinden açıklamaya kalkışmak esas büyük aptallık. 

SİMÜLE EDİLMİŞ GERÇEKLİK;

simülasyon teorisi

 Herkes dünyayı gözleriyle gördüğünü söylüyor. Onun yerine fotoreseptör bir çip geliştirip taksak ne derdik acaba? :)

Göz görme organı değildir aslında, görmeye aracılık eden organlardan biridir. İkisinin arasındaki farkı genelde dikkatten kaçırırız. 

 Göz sinyalleri beyne iletir. Görüntüyü yeniden inşa edip veriler bazında oluşturan beyindir. O simüle edilmiş görüntüyü görüp, oluşturup tekrar tekrar simüle eden yine beyindir. 

Aslında gözlerimizle dışarıyı seyretmeyiz, beynimizde kendimize göre yeniden oluşturduğumuz bir simülasyonu seyrederiz. Göz sadece ışığı elektriğe çeviren bir röleden ibarettir. Gözden sonra elde kalan, diğer bütün nöral impulslardan farksız bir sinyalden ibarettir. 

Gözde ışık, vücudun diğer duyularından gelenlerle hiçbir farkı olmayan, sadece takip ettiği yollar farklı olan bir impulsa dönüşür. temelde koku , tat , proprioseptif ... bütün impulslar birbirinin aynısıdır. bunu yorumlayıp ayrımını yapan beyindir. hepsi  ortalama 0.6 volt değerinde, sodyum-potasyum iyonları ve kılıf atlamalarıyla yoluna devam eden elektriksel impulslardır.  gözden gelen veriyi taşıyan ile kulaktan parmaktan veriyi taşıyan impuls aynıdır! Bunun ayrımını yapan, yeniden simüle edip içerde bize o simülasyonu deneyimleten yine beyindir. 

National Geographic kanalında Serengeti belgeseli çıktığında gerçekte Serengetide, aslanların arasında olmayız değil mi! aslında TV ekranındaki ledlerle yeniden simüle edilmiş bir görüntü akışını seyrederiz. 

 Mantık aynı...

  Beynimizin içindeki -oksipital korteksteki-  sanal bir sinema perdesinden seyrederiz her şeyi. Teknik olarak rüyada gördüğümüz ağaçla uyanıkken gördüğümüz ağaç arasında beynimiz açısından fark yoktur. fark bunu kategorize etme, yorumlama biçimimizdedir. 

 Bu gelen impulslarla yeniden simüle edilme durumu sadece görme konusu için değil, koklama, dokunma, denge, tatma, proprioseptif duyular gibi bütün duyu çeşitleri için geçerlidir. Hepsi dış dünyadan birebir algılanmaz, beyne sinirsel uyarılarla taşınıp orada sanal bir kopya oluşturulur. Algılanan, deneyimlenen ise o olur. 

 O sanal kopyalar da bilinçaltının, bilinç türünün o anki durumlarına göre öznel yorumlar katılarak, tamamen subjektif bir şekilde yeniden inşa edilir.

 Tabi simülasyon derken aklınıza ışıklarla yapılan Star Wars filmindeki hologramlar gelmesin. Işığın hiç olmadığı karanlık simülasyonlar bunlar.  Ortalama 0.009 saniye frame aralıklı karanlık görüntü yanılsaması. 

 Dış dünyaya gerçekte tamamen kapalıyız yani...

Uyanıkken nedenselliğin ve düz matematiksel mantığın hakim olduğu bilinç düzeyinde algılanan şey gerçek bir ağaçtır. Rüyada veya trans halinde ise bambaşka şeylerin hakimiyetindeki bir bilinç düzeyinde algılanan şey gerçek ağaçtır.

  Hiçbirimiz dış gerçekliği olduğu şekliyle, nesnel bir şekilde gözlemleyemez. 


 Zaten tanrı varsa bunu yapabilen bir varlık olmalı bence...

 Bir islam sofusunun cinleri, melekleri falan görmesi, bir hristiyan azizinin meleklerle konuşması, bir diğerinin vahiy alması hiç hafife alınacak şeyler değil.


 Rüyalarda geleceği gördüğümüzü sanmamız, sembollerin gerçekleşmesi, trans-vecd halinde algılanan bilgiler, 6. His;

Bilinç özneldir, algılar özneldir evet ama bizim yaşama içgüdümüz hepsinden öndedir.

 6. His (doğaüstü önsezi) dedikleri şey de rüyada sembolleşerek görülebilir. Ya da bir Anka kuşunun tüyünden, ya da gökten inen bir meleğin ağzından, ya da görünmez bir varlıktan veya keşiften.....yani algılar trans halinde çeşitli olabilir. 

İmgeleme ve sembolleştirme, zihnimizin bize bildiklerini anlatmada kullandığı dildir. O bilgi bir şekilde anlatılmak zorundadır çünkü. Beynimiz genetik hafızamızla ve yaşama içgüdümüzün en güçlü silahı olan bilinçaltıyla, aynı bir kuantum bilgisayar gibi hesaplayıp çözebildiği bütün verileri bize mucizevi bir biçimde gösterebilir. 

 Örnek olarak; Uzaklardan bir aslanın feromon kokusu burnumuza ulaşır, görsel işaretlerle harmanlanır. Tamamen bilinçdışı olarak o mekanı "burası çok sıkıcı ya, bunaldım burada, hiç sevmedim bu mekanı" diye algılayıp orayı terk ederiz. Veya gökten bir ses işitiriz ulvi olarak "burayı terket!! " diye. Tanrılar seslenir:)

 Bilinçaltımızda birikmiş o kadar büyük bir hayatta kalmaya, üremeye, yaşamaya, hatta yaşam kalitesine odaklı genetik hafızamız var ki.... beynimiz de bilinçaltı düzeyde o kadar hızlı hesaplama yapabilir ki..... Bu hesaplama işine eğer bilinç iştirak ederse bahsettiğim yankılar, dalgalar yüzünden işlem çok yavaşlar. Genelde tam potansiyel bir hesaplama bilinç dışında gerçekleşir. Tehlikenin nereden gelebileceğinin hesaplaması. Gelecek olasılıklarının ince hesaplaması...

Bizde içimize doğmuş veya tanrılar buyurmuş gibi algılarız. Ne tür bir bilinçte isek o an.

 Tabi bu da bir yorum. Bu da bizim öznel algılarımızla elde ettiğimiz bilgilerin bir sonucu... Belki gerçekten Unicornlar vardır.

Gerçeklik ise bilinemez. 'Algılanan' mutlak gerçeklik bir illüzyondur.... Tanrı gibi birşey de sonuç olarak algılanabilir herhangi bir veriyle tanımlanamaz. Varlığı da yokluğu da nesnel bir şekilde tartışılamaz. 


 Biz mutlak gerçekliği hiçbir şekilde bilemeyiz. Sadece nasıl olması gerektiğini, 'sıfatlarını'  düşünebiliriz. O sıfatlar bile öznel algılarımızın ürünüdür. Kendisini bilemeyiz. Bilmek için gerçeklikten ulaşan verileri nesnel bir biçimde, olduğu gibi algılayabilen bir aygıta ihtiyacımız var. İnsan beyni de böyle bir aygıt değil. 

 Herkesin algıları farklı, toplumların kitlelerin algıları farklı, çağların algıları farklı, algılanan şeylerin ortak kesişim kümelerindeki ortak bilgiler bile (bilim bile) subjektif bir algıya tabi....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Holografik Evren Hipotezi

  Önceki yazılarımda hologram kavramını bilinç konusundaki yazımda işlemiştim *( burada )*. Hologram denilince aklımıza popüler kültürün dikte ettiği değil, terminolojik tanımını düşünmemiz gerektiğini anlatmıştım.   Bu yazıda biraz sondan başa doğru gideceğim. Holografik fikirlerin sonuçları, sorulması gereken sorular, bilimsel çevrelerde çıkış noktası ve kanıt sayılabilecek işaretleri üzerinde duracağız. Bir yazı dizisinin ilk paylaşımı olacak bugünkü yazı.    Giriş;   Son yüzyıl içindeki evrene bakışımızın ne kadar baş döndürücü ve biraz absürt sayılabilecek bir hızda değiştiğini görüyoruz.   Durağan bir evren modeli ve newton mekaniği ile başlayan serüvenimiz, Einstein'in görelilik teorisini inşa etmesiyle ve evrenin genişlediğinin, geçmişe gittiğimizde bir başlangıç noktasının olduğunun ispatlanmasıyla oldukça değişti. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir evren yerine başı - sonu olan bir hikayenin içinde olduğumuzu öğrendik. Zamanın da uzay dokusuyl...

Ölüm Fiziği

  Bu yazıda biraz ölüm ve ötesini dogmalardan uzak bir şekilde konuşmak istiyorum. Haliyle ne kadar objektif yaklaşırsam yaklaşayım, biraz spekülasyon olacak baştan belirteyim. konuyla ilgili olan eski bazı yazılar; Holografik evren ve bilinç  link1  ,  link 2 Blok evren ve zaman  link Varlığın kavramsal yapısı  burada Bilgi-varlık ikilemi  o da burada   Giriş; Önceki yazılarımda genel olarak;   Gerçekliği farklı şekillerde tanımlayabildiğimizi ve temelinde kavramsal olarak 0/0 gibi zorunlu bir belirsizliğin olduğunu anlatmaya çalıştım. Evrenimizin parankim dokusu olan fiziksel gerçeklik; nedenselliğe göre işleyen, determinist davranan, ışık hızının bilgi iletim sınırı olduğu standart modelle tanımlanabiliyor.   Ancak dokunun yüzeyindeki desenlerle ilgilenmeyi bırakıp kumaşın kendisiyle ilgilendiğimizde hiç te nedenselliğe uymadığını, ışık hızının ve determinizmin geçerli olmadığını görüyoruz.  Madde ve enerjinin ise sonsuz al...