Atalarımız (homo türleri) ilk gelişmeye başladığında küçük gruplar halinde yaşam savaşı verir, doğaya entegre bir hayat sürerdi.
Bilişsel ve fiziksel tasarımlarımız 'nasıl daha iyi ve güvenli hayatta kalınabilir, ürenebilir' temelliydi.
Binlerce yıl hayatın anlamı bundan ibaretti..
Sonra ateşi kontrol etmeyi öğrendik. Bu besinleri daha kolay sindirme, diğer yırtıcılara karşı güvenlik, sıcaklık kontrolü, aydınlatma gibi birçok fayda sağladı bize. Bu sayede biraz olsun hayatta kalmak değil de diğer anlayamadığımız şeyler üzerinde düşünmeye başladık.
Gökteki parlayan noktaların ne olabileceği, gündüzü yapan büyük, ışık saçan dairenin nasıl bir şey olabileceği, neden olduğu ve o taraftan, gökyüzünden gelen su damlalarının nasıl doğayı canlandırdığı, canlıları çoğaltıp beslediği....
Canlılık göklerden gelmiş olmalıydı. Gökteki bir güç ışık, ısı, yağmur, dağlardan su yollayarak canlı olan şeyleri oluşturuyordu, çoğaltıyordu.
Akşam vakitleri avımızı ateşte pişirip yedikten ve güvenliği, sıcaklığı, ışığı ateşle sağladıktan sonra aklımıza gelen tüm olasılıkları birbirimizle paylaştık, mağara duvarlarına kaydettik.
Boş vakitlerimiz de çoğalmıştı. Sohbetler, bilinmezliklerin ne olabileceğini çözmeye çalışmak üzerineydi. Çözmek zorundaydık.
Gökyüzü her yeri kapladığı için o yukarıdan yeryüzüne hayatı indirebilen güç, bizi her zaman duyabiliyor olmalıydı.
Madem öyle, pazarlık yapılmalıydı.
İçimizden bazıları sadece bu işi yapmak için ayrıldı. Sonuçta mesele bizden daha da güçlü olan ve her şeye canlılık verebilen görünmez bir şeydi. Tehlikeli ve korkutucu bilinmez bir varlıktı bu. Bu meseleyi önemsemeye başlamıştık gitgide.
Bu iş için ayrılan kişi ne derse önemsemeye başlamıştık. Düşünür, tartar biçer, pazarlık yolları üzerinde kafa patlatır, bu esnada o gökteki şeyin onu her zaman dinleyebildiğini, konuşsa duyabildiğini bilir, her gizemi, her anlayamadığımız şeyi, hayatı, ölümü O'nunla ilişkilendirmeye, açıklamaya çalışırdı. Diğerleri de avlanmaya, toplamaya devam ederdi.
Ateş başında doğayı gözlemleyerek, mantık yürüterek elde ettiği sonuçları paylaşır, nasıl daha iyi daha anlamlı pazarlık yapılabilir, fikirlerini aktarırdı.
Zamanla bu insanlar sonuç verebildiğini düşündüğü yöntemleri eleyerek bir gelenek haline getirdi, ve birikimlerini sonradan seçilen çocuklara nesillerce aktardılar.
Rüyalar, hayaller o güç sayesinde olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı. Hayatı var edebilecek, yok edebilecek güçte olan bu varlık, her şeyi, rastgele olayları bile kontrol ediyor olmalıydı.
Gökte bulunan sonsuz güçlü varlık fikirleri gelişince, insan ister istemez her anlayamadığı şeyi buna yormaya başladı.
Gökteki anlam verilemeyen ışık noktaları o güçler olmalıydı, Güneş te en parlağı olduğundan başı çekmeliydi.
Işık gökyüzünden geliyordu sonuçta. Isı gökyüzünden geliyordu. Yağmur gökyüzünden geliyor, yağdığı yerde bitkiler ve sonra hayvanlar çoğalıyordu. Hayat düpedüz gökten iniyordu!
Gök gürültüsü ve şimşekler de uyarı veya o gücün nidası...
Elektriği nerden bilsinler değil mi:)
ŞAMANLIK böylece gelişti ve onların ekseninde ilk kültler şekillenmeye başladı.
İlk tanrı fikirlerini sadece pazarlık konusuyla açıklamak yanlış olur. Bu aynı zamanda anlamdı. Bilinmez olan ve bu yüzden bizi korkutan her şeye birer açıklamaydı. Gözlem ve mantık yürütmenin bir nevi o günkü öznel sonuçlarıydı.
şehirleşme;
Sonra tohumları ve meyveleri ekerek çoğaltmayı öğrendik. Tarım gelişti. Tarım yapılan bölgelerin etrafında daha da kalabalıklaşıp göçebeliği bıraktık. Hem daha çok boş vaktimiz oldu, hem de daha iyi beslenip daha çok düşünebilmeye başladık.
Topluluklarımız çoğalmış, tarım bölgeleri etrafında birleşmeye başlamıştı. Şaman geleneklerinin kuralları içinde, çoğunluğun saygınlığını kazanan liderler insanları yönetmeye başladı. Gelenekler sistematikleşti, geniş kitlelerce kabul gördü, İlk dinler doğdu.
Liderler, şamanların verdiği yetkiyle, gökteki adına yönetmeye başladı. Hayatı yöneten güç ancak başka hayatların toplu sorumluluğunu verirdi zaten. Hayatın sahibi yaratıcısı oydu. Liderler kutsallaşmaya başladı.
Yani hikayenin burasına kadar anladığımız kadarıyla din olgusu hiç te evrimsel bir kusur, bir delilik veya mantıksızlıklar ürünü değil. Hatta temelde gözlem ve mantık yürütme ile geliştirilen sistematik bilgi birikiminin kolay bir yorumu olarak görülebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder