Ana içeriğe atla

Tanrı Bilinmezliği

Atalarımız (homo türleri) ilk gelişmeye başladığında küçük gruplar halinde yaşam savaşı verir, doğaya entegre bir hayat sürerdi.

 Bilişsel ve fiziksel tasarımlarımız 'nasıl daha iyi ve güvenli hayatta kalınabilir, ürenebilir' temelliydi. 

Binlerce yıl hayatın anlamı bundan ibaretti..


Sonra ateşi kontrol etmeyi öğrendik. Bu besinleri daha kolay sindirme, diğer yırtıcılara karşı güvenlik, sıcaklık kontrolü, aydınlatma gibi birçok fayda sağladı bize. Bu sayede biraz olsun hayatta kalmak değil de diğer anlayamadığımız şeyler üzerinde düşünmeye başladık. 

homo sapiens homo erectus neandertal cava


 Gökteki parlayan noktaların ne olabileceği, gündüzü yapan büyük, ışık saçan dairenin nasıl bir şey olabileceği, neden olduğu ve o taraftan, gökyüzünden gelen su damlalarının nasıl doğayı canlandırdığı, canlıları çoğaltıp beslediği....

 Canlılık göklerden gelmiş olmalıydı. Gökteki bir güç ışık, ısı, yağmur, dağlardan su yollayarak canlı olan şeyleri oluşturuyordu, çoğaltıyordu.

  Akşam vakitleri avımızı ateşte pişirip yedikten ve güvenliği, sıcaklığı, ışığı ateşle sağladıktan sonra aklımıza gelen tüm olasılıkları birbirimizle paylaştık, mağara duvarlarına kaydettik. 

  Boş vakitlerimiz de çoğalmıştı. Sohbetler, bilinmezliklerin ne olabileceğini çözmeye çalışmak üzerineydi. Çözmek zorundaydık.

 Gökyüzü her yeri kapladığı için o yukarıdan yeryüzüne hayatı indirebilen güç, bizi her zaman duyabiliyor olmalıydı.

Madem öyle, pazarlık yapılmalıydı.

 İçimizden bazıları sadece bu işi yapmak için ayrıldı. Sonuçta mesele bizden daha da güçlü olan ve her şeye canlılık verebilen görünmez bir şeydi. Tehlikeli ve korkutucu bilinmez bir varlıktı bu. Bu meseleyi önemsemeye başlamıştık gitgide. 

 Bu iş için ayrılan kişi ne derse önemsemeye başlamıştık. Düşünür, tartar biçer, pazarlık yolları üzerinde kafa patlatır, bu esnada o gökteki şeyin onu her zaman dinleyebildiğini, konuşsa duyabildiğini bilir, her gizemi, her anlayamadığımız şeyi, hayatı, ölümü  O'nunla ilişkilendirmeye, açıklamaya çalışırdı. Diğerleri de avlanmaya, toplamaya devam ederdi. 

Ateş başında doğayı gözlemleyerek, mantık yürüterek elde ettiği sonuçları paylaşır, nasıl daha iyi daha anlamlı pazarlık yapılabilir, fikirlerini aktarırdı.


  Zamanla bu insanlar sonuç verebildiğini düşündüğü yöntemleri eleyerek bir gelenek haline getirdi, ve birikimlerini sonradan seçilen çocuklara nesillerce aktardılar.

 Rüyalar, hayaller o güç sayesinde olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı. Hayatı var edebilecek, yok edebilecek güçte olan bu varlık, her şeyi, rastgele olayları bile kontrol ediyor olmalıydı.

 Gökte bulunan sonsuz güçlü varlık fikirleri gelişince, insan ister istemez her anlayamadığı şeyi buna yormaya başladı.

 Gökteki anlam verilemeyen ışık noktaları o güçler olmalıydı, Güneş te en parlağı olduğundan başı çekmeliydi. 

 Işık gökyüzünden geliyordu sonuçta. Isı gökyüzünden geliyordu. Yağmur gökyüzünden geliyor, yağdığı yerde bitkiler ve sonra hayvanlar çoğalıyordu. Hayat düpedüz gökten iniyordu!

 Gök gürültüsü ve şimşekler de uyarı veya o gücün nidası... 

 Elektriği nerden bilsinler değil mi:)

ŞAMANLIK böylece gelişti ve onların ekseninde ilk kültler şekillenmeye başladı.

şaman

 İlk tanrı fikirlerini sadece pazarlık konusuyla açıklamak yanlış olur. Bu aynı zamanda anlamdı. Bilinmez olan ve bu yüzden bizi korkutan her şeye birer açıklamaydı. Gözlem ve mantık yürütmenin bir nevi o günkü öznel sonuçlarıydı. 

şehirleşme;

Sonra tohumları ve meyveleri ekerek çoğaltmayı öğrendik. Tarım gelişti. Tarım yapılan bölgelerin etrafında daha da kalabalıklaşıp göçebeliği bıraktık. Hem daha çok boş vaktimiz oldu, hem de daha iyi beslenip daha çok düşünebilmeye başladık. 

Topluluklarımız çoğalmış, tarım bölgeleri etrafında birleşmeye başlamıştı. Şaman geleneklerinin kuralları içinde, çoğunluğun saygınlığını kazanan liderler insanları yönetmeye başladı. Gelenekler sistematikleşti, geniş kitlelerce kabul gördü, İlk dinler doğdu.

Liderler, şamanların verdiği yetkiyle, gökteki adına yönetmeye başladı. Hayatı yöneten güç ancak başka hayatların toplu sorumluluğunu verirdi zaten. Hayatın sahibi yaratıcısı oydu. Liderler kutsallaşmaya başladı. 

Yani hikayenin burasına kadar anladığımız kadarıyla din olgusu hiç te evrimsel bir kusur, bir delilik veya mantıksızlıklar ürünü değil.  Hatta temelde gözlem ve mantık yürütme ile geliştirilen sistematik bilgi birikiminin kolay bir yorumu olarak görülebilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Ölüm sonrası bilincimize ne olur? - 2

  Çok metafizik bir yazı dizisi farkındayım. Bloğun genelinden anlaşılacağı üzere amacım, bilimde keşfedilse de görmezden gelinen ve felsefenin yetim kalmış ihtiyaçlarını açığa çıkarmak. Agnostik bir çizgideyim.   Evren nasıl bir sistemdir?   Evrenimizi kapalı bir sistem olarak düşünürüz. Çünkü yaptığımız bilim yerel bazda baktığımızda ancak bu şekilde işlevsel açıklamalar getirir. Sonuçta kabul ettiğimiz şey evrenin bir başlangıcı olduğu ve bilinen herşeyin bir patlamayla meydana geldiği.  Ancak kabul ettiğimiz başka gerçekler de var. Mesela big-bang ten bahsederken sandığımız gibi evren bir tekillikten doğmadı. Matematik denklemleri öyle söylese de 10 üzeri -36. cı saniyeden öncesinin tam bir belirsizlik, sisli bir bulut olması, daha öncesi adına şu anki bilimin sona ermesi.  Bu durumda evrenin kapalı bir sistem olması da kesinlik kazanmamış bir düşünceye dönüşüyor.   Ancak elimizdeki bilgilerle kapalı sistem olduğunu düşünmek zorundayız.  Enfla...

Ölüm sonrası bilincimize ne olur? - 3

  Ölüm ötesi düşünceleri bunca zaman bilim dışında her şeyin konusu oldu.   Din, kült, Dogmatik felsefi akımlar, mitoloji, sahte bilim, alternatif bilim......   Peki gerçeklerden başka hiçbir şeyi vadetmeyen Bilimin bu konuda sözü yok mu?  Elbette var. Dogmatizmin tam zıttı olan bilim felsefesi ve metodolojisinin, insanın merak ettiği her konu ilgi alanına girer, girmiştir de..    Bilincin oluşumu, doğası hakkında daha önce bolca konuşmuştuk.  Genel ölüm ötesi tartışmalar hep 'bilinç bağımsız bir töz mü? yoksa evrenin açıklanabilir karmaşık bir efektinden ibaret mi? ' sorusu ekseninde dönüyordu. Çünkü töz dersek iki ihtimal vardı bunun olabilmesi için;   - ya fiziksel evrenin bir parçası değil, evren üstü zaman üstü bir öz ve evrenle iletişim içinde  - ya da evrenin henüz çözemediğimiz mekanizmalarının sonucu olarak fiziksel simetrinin olağan dışı kırılımı ile uzay-zamanın ötesinde yeni bir hiper evren nesnesi oluşmakta, tıpkı ...