Ana içeriğe atla

Bilinç ve Kişiliğin Oluşumu

  Bilincin beyinde oluşum mekanizmasını daha önce işlemiştik. 

 Bilincin; dışarıdan bakıldığında ayna nöronlar ve limbik sistem üzerinden, frontal korteksin üzerinde kolektif bir şekilde oluşan öz farkındalık yanılsaması olduğunu anlatmıştım. burada

 İmpuls dizinleri aynı genlikte, tekrar tekrar korteksteki işlem birimlerinden çıkıp geri dönerek bir onay sürekliliği oluşturur. Bu onaylama işlemi sırasında, yapay zeka algoritması benzeri bir yazılım barındıran birimler,  sanki kendileriyle karşılaşır. Bu durum da, 0.009/saniye ila 0.6/saniye hızındakı impulslarla -slow motion picture- filmlerdeki gibi yüksek frame'de tekrarlanarak kesintisiz bir yanılsama bütünlüğü oluşturur.


Freud'un kendi bilinç tanımlaması

 Bu yanılsamanın içselleştirilmesinde empati yeteneklerimizin, yani limbik sistemin önemi büyüktür. Kendi farkındalığımızı böyle sanal bir şekilde algılamaya başlayınca, kendimize karşı empati oluşturmaya ve bir dış kişilik hayal etmeye başlarız. Yanılsama şeklinde gelişen türedi bir algıyı kişiselleştiririz. 

Hepimiz iç sesimizle konuşur, iç görüntülerle hayal eder, içimizdeki "ego" dediğimiz kopya varlıkla beraber yaşarız. 

 Sonuçta da bilinçli olduğumuzu söyleriz. 

 Bilincin oluşumu için egonun internal bireyselleştirilmesi şart değildir. İnsanların büyük çoğunluğu bunu yapar ama yapamayanlar da vardır. Böyle insanlarda ego, alter-egonun sıkı bir parçası şeklinde yer bulur kendine. Bilinçaltında hapis kalır. İç sesi iç görüsü olmayan nadir insanlar da vardır aramızda.  

 Nörofizyolojik mekanizmayı daha iyi anlayabilmek için önceki yazımı okumanızı tavsiye ederim.*

 Beynimizdeki simüle algıların otonom olarak kalmayıp bilinç mekanizmasına girmesi, bilinçaltında gelişen bir alter egonun "kişiliğimizi" oluşturmasına yarar. 

 Acı duyusunu ele alalım. Acı duygusu bedeni travmadan, tehlikeden uzaklaştırmayı sağlayan bir duygu. Otonom olarak ta kalabilirdi. Aynı denge duyusu, uzaysal duyu veya öğrenilmiş refleksler gibi. Yani acıyı duymamıza rağmen gerçekten hissedip ızdırap çekmek zorunda değildik. Ama beynimiz öyle yapıyor. 

 Önemli anlarda, dikkat edilmesi gereken zamanlarda bunu bize bildiren seçilmiş algılar, (ki bunun içine birçok algı girebilir), algıladığımız egonun haricinde, bilinçaltında koruyucu olan ve kişiliği oluşturan Alter-egonun inşası içindir. Refleksif olmazlar, piramidal sistemden ayrılmazlar. Alter-ego beynin limbik korteksinde bulunur ve bilinçaltının, yaşama içgüdüsünün bir parçasıdır. Varlığı şart değildir ama yaşam savaşında işleri oldukça kolaylaştırır. 

 Limbik sistem bilinçaltının oluştuğu yer kadar duyguların da kontrol merkezidir. 

 Acı duyusunu algılamaktan öte bilinçli bir şekilde hissetmemiz, yarattığı ızdırap duygusuyla alt benliğimize taşınır. Izdırap, aynı diğer mutluluk, hüzün vb. duygular gibi acı algısını limbik sisteme güçlendirerek taşıma amacı taşır. Hipotalamus burada transfer, yazılım işini üstlenir. Burada bilincin bir nevi 'kernel' i olan alter egoyla bütünleşir.

 Bilinç merkezi, korteksin bazı bölgelerinde tanımlanmasına rağmen bilinç; neokorteksin neredeyse tamamını ilgilendiren, çok parçalı ancak kolektif işleyiş sergileyen holografik bir bütünlüktür. Holografik yapısından ötürü beynin bazı bölgeleri hasar görse bile bütünlüğü bozulmaz. 

 Simülasyon oluşturabilen bir beyin, simülatif bir hologram da oluşturabilir. Hologramların en büyük özelliği de fraktal yapıda olmalarıdır. Yani parçalar, bütünün tam bir kopyasıdır. 

holografik ilke
hologramlar fizikte iki boyutlu bir yapıdan çıkan 3 boyutlu izdüşümlerdir. altboyuttaki düzlemin her noktasına eşit şekilde kodlanır. yani parça bütünün kopyasıdır. kayıt düzleminin bir kısmından hologramın tamamı elde edilebilir.





 Peki kişilik neden vardır? 

 Hepimizi farklı ve özel kılan bu özellik neden evrimleşmiştir?  

 Her mayoz bölünmede görülen rastgele gen çeşitlenmesinin amacıyla aynı sebepten... 

 Türler arası çeşitlilik nasıl ki ekosistemdeki dengenin sağlanmasının büyük bir aracıysa, tür içi çeşitlilik te o topluluğun organizasyonu, toplumsal güvenliği ve gelişimi için elzemdir. 

Bu yüzden hepimiz farklı farklı insanlarız, tek fabrikadan çıkmış robotlar değiliz. Sadece fizyolojik olarak ta değil, sanal kişiliklerimiz de çeşitlidir. 

 Bu olmasaydı mesela birlikte yaşayan tek yumurta ikizlerinde iki bireyin algı çeşitliliği olmaz, tehlike ve hedeflerin yorumlanması aynı olurdu. Gözden birçok şey kaçırılır, tehlike oranı artar, fırsatlar ise kaçardı. Tek yumurta ikizlerini spesifik bir örnek olarak verdim. 

 Kişilik güçlü bir evrimsel avantajdır.

 Geçmişte henüz anlamlı ve algılanabilir bir kişilik oluşturamamış biyolojik topluluklar, bir nevi 'sürü' psikolojisiyle ve toplu içgüdülerle yaşamlarını idame ettirdiler. Doğanın felaketlerine, tehlikelerine doğal olarak sürü bilinciyle direndiler. Ki sürü psikolojisinin tehlikesini bilirsiniz koyunlardan. Bir tanesi uçurumdan atlayınca hepsi onu takiben uçurumdan aşağı.... 

 Veya bir felakette  aynı yöne koşarak aslında tuzağa düşen sürüler... işte arada kişilik farkındalığı oluşturabilen, öznelleşebilen bireyler karar değiştirerek, sürüye uymayarak hayatta kalabiliyor. Yani irade gösterebiliyorlardı. Bu da topluluk içinde yaşam süresini uzatıp, hayatta kalma başarısını arttırıp sonuçta üreme yıllarının süresini uzatan bir etken. 

  Gerisini de doğal seçilim hallettiğinde ise kişilik, aşama aşama bugünlere gelmiş oldu.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Holografik Evren Hipotezi

  Önceki yazılarımda hologram kavramını bilinç konusundaki yazımda işlemiştim *( burada )*. Hologram denilince aklımıza popüler kültürün dikte ettiği değil, terminolojik tanımını düşünmemiz gerektiğini anlatmıştım.   Bu yazıda biraz sondan başa doğru gideceğim. Holografik fikirlerin sonuçları, sorulması gereken sorular, bilimsel çevrelerde çıkış noktası ve kanıt sayılabilecek işaretleri üzerinde duracağız. Bir yazı dizisinin ilk paylaşımı olacak bugünkü yazı.    Giriş;   Son yüzyıl içindeki evrene bakışımızın ne kadar baş döndürücü ve biraz absürt sayılabilecek bir hızda değiştiğini görüyoruz.   Durağan bir evren modeli ve newton mekaniği ile başlayan serüvenimiz, Einstein'in görelilik teorisini inşa etmesiyle ve evrenin genişlediğinin, geçmişe gittiğimizde bir başlangıç noktasının olduğunun ispatlanmasıyla oldukça değişti. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir evren yerine başı - sonu olan bir hikayenin içinde olduğumuzu öğrendik. Zamanın da uzay dokusuyl...

Ölüm Fiziği

  Bu yazıda biraz ölüm ve ötesini dogmalardan uzak bir şekilde konuşmak istiyorum. Haliyle ne kadar objektif yaklaşırsam yaklaşayım, biraz spekülasyon olacak baştan belirteyim. konuyla ilgili olan eski bazı yazılar; Holografik evren ve bilinç  link1  ,  link 2 Blok evren ve zaman  link Varlığın kavramsal yapısı  burada Bilgi-varlık ikilemi  o da burada   Giriş; Önceki yazılarımda genel olarak;   Gerçekliği farklı şekillerde tanımlayabildiğimizi ve temelinde kavramsal olarak 0/0 gibi zorunlu bir belirsizliğin olduğunu anlatmaya çalıştım. Evrenimizin parankim dokusu olan fiziksel gerçeklik; nedenselliğe göre işleyen, determinist davranan, ışık hızının bilgi iletim sınırı olduğu standart modelle tanımlanabiliyor.   Ancak dokunun yüzeyindeki desenlerle ilgilenmeyi bırakıp kumaşın kendisiyle ilgilendiğimizde hiç te nedenselliğe uymadığını, ışık hızının ve determinizmin geçerli olmadığını görüyoruz.  Madde ve enerjinin ise sonsuz al...