Size önceki yazılarda beynimizin kapalı kutu çalıştığını, oldukça manipülatif olabileceğini ve şu biyolojik yapımızla dış gerçekliği nesnel bir biçimde gözlemleyebilmemizin imkansız olduğunu anlatmıştım. *
Aynı zamanda dış gerçekliğin var olduğunu, sorunun bizim evrimimizden kaynaklandığını da.*
Peki dış gerçekliğin tanrı bilinmezliği açısından durumu nedir?
Ne de olsa özelleşmiş ve subjektif te olsa dış gerçekliğe dair izlenimlerimiz ortak bir paydada buluşabiliyor. İzlenim diyorum çünkü günümüz biliminin epistemolojik temeli, yanlış bir şekilde insan beyninin mutlak referans noktası olarak alınabileceği, gerçek bilgiye ulaşmanın mümkün olduğu tezi üzerine kuruludur.
Ulaştıklarımızı inceleyelim;
Günümüzde evreni anlayabilmek için 'herşeyin teorisi' ne ulaşmaya çalışıyoruz. Bu yolda en güçlü ve kendi içinde ispatlanmış, ancak birbirini mantıksız bir biçimde dışlayan güçlü teori adaylarımız mevcut.
Görelilik teorisi ve kuantum teorisi;
Görelilik teorisi kozmolojik düzeyde evreni güzel açıklar. Nettir, temeli kesin sonuç içeren matematiksel hesaplamalarla pekiştirilir. Lineer bir bakış açısı içerir ve oldukça deterministiktir.
Kuantum teorisi ise mikro düzeyde evreni güzel açıklar. Olasılıklar evrenidir. Temeli olasılık aralıklarını ve bilinmezliklerin tanımlamasını gösteren matematiksel hesaplamalara dayanır. Herzaman lineer değil, bazen skaler bir görüntü sunar. İndeterministiktir.
Görelilik; içerdiği denklemlerle makro düzeyde kesin tanımlamalar, kesin sonuçlar gösterir. Kuantum ise mikro düzeyde bize bir olasılık eğrisi bırakır. Temeli belirsizlik ilkelerine dayanır. İkisinden de kesin sonuçlar alırız. ikisi de çok güzel çalışır ancak;
İkisi de birbirinin sahasında sonuç vermez. Bazen tanımsız, bazen sonsuzluk içeren sonuçlar gösterir. Yani birbirine göre saçmalıklar abidesidir. Birinde ispatlanabilir doğru sonuç veren bir denklem, diğerine uygulandığında 'sonsuz' veya 'tanımsız' sonuçlar veriyorsa ve birbirlerini kökünden yıkmayı başarabiliyorsa bunu teorinin eksikliğiyle açıklamak çok naif bir düşünce de sayılmaz. 'Saçmalık' olarak tanımlanmalıdır. (Öyle olduğunu düşünmüyorum tabi ki)
Bu teorileri tek çatı altında birleştirebilmek, içerdiği korkunç uyumsuzluğu by-pass edebilmek veya farklı bir şablonda bir araya oturtabilmek için birçok yeni teori de üretilmiştir (süpersicim teorisi, membran teorisi...) . Fakat bu teorileri geleneksel bilim yöntemleriyle bırakın ispatlayabilmeyi, test edebilmek bile olanaksızdır. Matematiksel ispatlar üzerinden üretilen alternatifler...
Bana bütün matematik mühendisliğini öğretin, hesaplar için de mükemmel bilgisayarı verin, size Tolkien evreninin matematiksel şablonunu oluşturayım. Matematikte istenirse her yol bir şekilde mümkündür çünkü matematik te evrensel değildir, bizim öznel beyin işleyişimizden çıkan türedi bir olgudur.
Örnekler verelim;
Mesela görelilik teorisine uygun şekilde Kip Thorne' un tasarladığı Lorentzian solucan deliklerinin bir kısmı içine giren kişiyi kopyalar, bir kısmını 'alice evreni' diye tabir edilen, tüm yüklerin tersine döndüğü, antimaddeye dönüştüğü bir evrene çıkartır.
Mobius uzay düzlemi, dikkat edin iki yüzlü değil tek yüzlüdür. |
Kapalı döngü paradoksal solucan deliği(klein şişesi) |
Veya günümüzde geniş kabul görmüş kozmik enflasyon teorisinde bir değil iki patlamadan söz edilir. İlki olan soğuk patlama, zamansız-uzaysız tanımlanamayan bir şekilde oluştuğu, sonra ışık hızının milyonlarca kat üzerinde bir hızla şişip portakal büyüklüğüne vardığı ve en nihayetinde ikinci olan bildiğimiz big-bang genişlemesinin meydana geldiğini söyler. Bildiğimiz big-bang patlaması aslında ışık hızından milyonlarca kat hızlı genişleyen skaler bir alanın içindeki lokal bir soğuma, yavaşlama bölgesidir. Ve birbiriyle hiçbir ilişkisinin olamayacağı, ışık hızından kat kat hızlı birbirinden uzaklaşan farklı evrenlerin(soğuma yavaşlama- aslında büzülme) noktalarının olması gerektiğini anlatır. Bizim bunu patlama olarak algılamamız bir yanılsamadır.
Veya kuantum teorisinde Heisenberg belirsizlik ilkesinin önerdiği; bir parçacığın momentumu ile hızı asla birarada hesaplanamaz. Momentumu bilinen parçacığın hızı 'belirsiz', hızı bilinen bir parçacığın spin durumu yani momentumu 'belirsiz' olmak zorundadır. Elektronlar küresel cisimler olarak değil atom etrafındaki orbital denen enerji seviyelerinde bir belirsizlik bulutu(olasılık bulutu) halinde bulunur. Biz parçacık olarak algılarız. Ölçüm yapmak tek bir momentum veya hız durumuna indirger. Ancak özünde her an heryerde aynı anda bulunan, bir enerji seviyesine kilitli olasılık bulutudur. Etkileşime girdiğinde parçacık gibi davranan dalga yapısındadır. Veya tam tersi.... Belirsizlikler, olasılıklar bu teorinin temel kurallarıdır. Onlarca uzaysal boyut oluşabilir. Matematikte (-1) in karekökü şeklinde tanımlanan sonsuz sanal parçacık çiftleri, planck aralığında varolup yok olurlar. Evreni bu doldurur ve Karadeliklerin olay ufkunda bu parçacıklar yok olamadan bir kısmı karadeliğe düşer diğer kısmı Hawking ışıması olarak uzaya salınır. Böylece karadelikler momentum yani kütle kaybeder. Zamanla buharlaşırlar...
Atomu teorize eden Niels Bohr, bir meslektaşının elektronla ilgili sorusuna "belki de tüm elektronlar tek bir elektrondur, biz öyle algılıyoruz" demiştir. |
Şimdi size Orta Dünyanın (Tolkien evreni) matematiksel tanımlamasını döksem, "şundan şu olur bundan bu olur" diye önermeler, teoriler oluştursam herhalde bundan daha fantastik olamazdı.
Tolkien evreni |
Orta dünya haritası |
Tabiki size bilimin bunca ölçümünün birikiminin koca bir safsata olduğunu asla söylemiyorum. Sadece öznel algılarımızla ve türedi matematiğimizle, seçilmiş mantıksal beyin yapımızla ulaştığımız bunca şey, dışardaki mutlak gerçekliğin birebir tanımlaması olmayabilir.
Bunu da hiçbir zaman bilemeyiz. Öznelleşmiş algılama yapımız, yine öznelleşmiş ve asla evrensel olamayacak zeka işleyişimizle kavradığımız bunca şey, mutlak gerçekliğin kırık, esnek ve renkli bir aynadan bize yansıyan görüntüsüdür.. Sonuçta üstün bir tür değiliz* ve zekamız farklı bir şekilde de evrimleşebilirdi. Belki daha efektif bir formda....Bu zekamız bu küçük gezegendeki küçücük yaşam alanımızda, şartların tamamen bu gezegene özel olduğu, biyolojik evrim kolunun buna mecbur bıraktığı şekilde öznelleşti. Farklı bir form, farklı bir biyoloji, farklı bir evrim, farklı bir yaşam tanımı bizi bambaşka bir mantıkla-zekayla da evrimleştirebilirdi.
Mesela zihnimizde hiçbir şekilde 4 boyuttan ötesini canlandıramıyoruz, veya evreni birleşen alanlarla-kümelerle değil sayılarla algılıyoruz. Anlayabiliyoruz. Beynimiz tam buna göre evrilmiş.
Tesseract. 16 kare yüzü olan 4 boyutlu küp. Resim gerçek olanı yansıtmamaktadır. Yansıtamaz da zaten. |
Çünkü milyonlarca yıl yere düşen meyveleri saydık..... Enerji elde etme şeklimiz sindirimden geçti. Öyle bir evrim yolağı tercih edildi.
Halbuki evrende farklı yaşam formları da gayet oluşabilir.
Mesela karbon temelli değil silikon temelli bir yaşam oluşup evrimleşebilir. Böyle bir yaşam kristalize olur ve oksijenli solunum, sindirim gibi olgular olmaz, bambaşka hayal bile edemeyeceğimiz bir yaşam formuna evrilebilirdi. Hatta uygun tahrik edici koşullarda zeka olarak bizden çok çok ileri boyutlara varabilirdi.
Veya enerji temelli.... galaksiler arası boşluklarda bizimki gibi moleküler tabanlı olmayan, entropi salınımını azaltabilmek için çevresel tahrikle daha da karmaşık bir sisteme zorlanan, hücresel yapıda olmayan enerji tabanlı bulut kümeleri, kapalı karmaşık sistemler oluşabilir. Hatta işler hiç tahmin edemeyeceğimiz karmaşık yaşam formlarına ulaşabilir ve biz teleskopta kuasar görürüz sadece...... Yaşam tanımımız bile temelinde doğru olmasına rağmen yorum olarak oldukça öznelleşmiş yapıda....Böyle canlılar da elbette bizim beynimizin işleyiş mekanizmasının ürünü olan zekaya sahip olmaz, hiç hayal bile edemeyeceğimiz bambaşka bir zeka türüne sahip olurdu. Evreni de farklı algılar- yorumlardı.
Onlar bizim "kuantum teorisi, görelilik teorisi" olarak algıladıklarımızı bambaşka bir şekilde algılardı. Bizimki fantezi olurdu.
Nasıl ki kütleçekim gibi bir gerçeklik, görelilik teorisinde "uzay-zaman bükülmesi" kuantum teorisinde "gravitonlar-yerçekimi alanı" olarak birbirinden tamamen farklı, birbirine göre anlamsız olan iki farklı yoldan doğru sonuca götürebiliyor,
Farklı inşa edilmiş bilimler de farklı algılarla doğru sonuçlara ulaşabilir. Gidilen yol farklı olsa da, sadece sonuç doğru olduğu müddetçe mutlak gerçeklikten zaten söz edemeyiz. Kendi bilimsel birikimimiz bile bize özünde bunu anlatır.
Dengeli bir şekilde zeka üretecek, yeterli karmaşıklığa ulaşmış her yaşam sistemi, ürettiği öznel yöntemleriyle ve algılarıyla doğru sonuca ulaşacaktır. Çünkü o karmaşık sistem de (yaşam da) dışardaki mutlak gerçekliğin basit bir parçasıdır. Aynı ekosistemin ürünleridir.
Yorumlar
Yorum Gönder