Ana içeriğe atla

Holografik Evren Hipotezi

  Önceki yazılarımda hologram kavramını bilinç konusundaki yazımda işlemiştim *(burada)*. Hologram denilince aklımıza popüler kültürün dikte ettiği değil, terminolojik tanımını düşünmemiz gerektiğini anlatmıştım. 

 Bu yazıda biraz sondan başa doğru gideceğim. Holografik fikirlerin sonuçları, sorulması gereken sorular, bilimsel çevrelerde çıkış noktası ve kanıt sayılabilecek işaretleri üzerinde duracağız.

Bir yazı dizisinin ilk paylaşımı olacak bugünkü yazı. 

 Giriş;

  Son yüzyıl içindeki evrene bakışımızın ne kadar baş döndürücü ve biraz absürt sayılabilecek bir hızda değiştiğini görüyoruz.

  Durağan bir evren modeli ve newton mekaniği ile başlayan serüvenimiz, Einstein'in görelilik teorisini inşa etmesiyle ve evrenin genişlediğinin, geçmişe gittiğimizde bir başlangıç noktasının olduğunun ispatlanmasıyla oldukça değişti. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir evren yerine başı - sonu olan bir hikayenin içinde olduğumuzu öğrendik. Zamanın da uzay dokusuyla bütünleşik olduğunu,  hıza bağlı değiştiğini, kütleyle var olduğunu ve göreli bir yapısının olduğunu anladık. 

 Yine Einstein, Bohr, Neumann, Planck, Heisenberg... gibi bilim insanlarının doğanın mikro ölçeklerde işleyişini açıklayabilmek için geliştirdiği kuantum mekaniği, sağduyuya aykırı bir yığın gerçekle yüzleştirdi bizleri. Kuantum ölçeklerinde varlığın madde-enerji ayrımının olmadığı, parçacıkların determinist parçalar yerine, propabilistik denklem ürünleri olduğunu,bildiğimiz kuantum parçacıklarının aslında parçacık değil, süper pozisyon halinde tüm varyasyonların üst üste bindiği olasılık bulutları şeklinde var olduğunu, gözlem yoluyla etkileşimin ve görülür boyutlara çıktıkça parçacıklarının birbiriyle olan etkileşiminin sonucunda olasılıkların yok olarak maddenin garip bir şekilde tek bir varyanta çökmüş şekilde davrandığını anladık. 

bütün kuantlar olasılık bulutu şeklinde varlıklarını sürdürür, gözlem etkileşimine girerlerse olasılık dalga fonksiyonu çökerek parçacık gibi davranırlar.


   Kuantum dünyasına indiğimizde her bir varlık, kendi yörüngesinde her an her yerde aynı anda bulunuyor. Hem üst hem alt spine aynı anda, her momentumu aynı anda üzerinde barındırıyor. Tüm bu olasılıkların üst üste, aynı anda gerçekleştiği bir belirsizlik bulutu halinde ortalıkta dolaşıyor, momentum korunumunu bu olasılık bulutu içinde koruyabilmek adına birbiriyle dolanık hale gelerek, evrenin bir ucundan diğer ucuna kadar mesafe içinde bile tam olarak aynı anda, aynı şekilde dalga fonksiyonunu kopya bir şekilde çökertebiliyor. 

   Hani uzay dokusu hariç evrende hiç bir şey ışıktan hızlı gidemezdi? bu bilgi nasıl gidiyor?  Sırf Makro ölçeklerde de geçerli olan momentumun korunumu yasasıyla çelişmemek adına oluşan evrenin Bug' ı diyelim buna.

  Sorun bilimde değil, sorun bizim algılama ve düşünme biçimimizde. Evrenin problemi değil bunlar. Bizim absürtlüklerimiz...

 Holografik bir hipoteze giriş (sondan başa gideceğiz);

 Belki evren de aynı bilinçlerimiz gibi kendi kendisinin hologramını oluşturuyordur, ilk oluştuğu andan itibaren tüm parçalarıyla holografik şekilde birbiriyle dolanıktır? 

  Bu ışık yılları öteden bile anlık etkiyle gerçekleşebilen kuantum dolanıklığı açıklayabilir. 

  Hologramlarda parça bütünün kopyasıdır ve hologram bilgisi, alt düzlemin her yerinde aynı anda, tam bir kopyasıyla bulunur. ( burada)

 Her gözlem bir etkileşim zorunluluğu doğurur. Etkileşim de zamanın akışından ötürü entropiyi arttırır. Entropinin artışı aslında bu Meta-hologramın, bizim 'dalga fonksiyonunun çöküşü' olarak isim taktığımız, aslında fokusumuzu hologramdan ziyade alt düzleme vermemizin yarattığı bir yanılsamadan ibarettir. 

 Evet Dalga fonksiyonunun çöküşü aslında bir yanılsamadır. Evrende de aslında olasılık bulutları yoktur. Kuantum mekaniği bize gerçeği farklı şekilde gösteren koca bir yanılsamadan ibarettir. Aynı anda hem kuralları ve bir mekaniği olan gerçekliktir, hem de baştan aşağı bir yanılsamadır. 

Büyük bir iddia!

Gerçekliğin kendisi gibi.

Anlamak için basit bir düşünce analojisi yapalım; 


 Star wars ta önünüze bir hologram çıktı diyelim. O holograma hangi açıdan bakarsanız sadece o açıdan iki boyutlu bir şeklini algılarız. Her eksende görünüm farklıdır ama beynimiz bu bilgileri birleştirip anlamlı bir şekilde yorumlar. 

  Yani beynimiz bu 3 boyutlu bir nesne yanılsamasını, gerçekliğin bir kopyasını bize simüle ederek  deneyimletir. 

 Ancak evrene, yani bu meta-holograma, bir parçası olduğumuz ve dışardan göremediğimiz için sadece tek bir eksende bakıyoruz. Mutlak gerçekliğe 360 derece her yönden,  her eksenden bakarak anlayabilecekken tek bir eksende bakıp anlamaya çalışıyoruz. 

 Yani görüşme odamızın Dex'inde beliren Uzaylı Scott' ın hologramına doğduğumuzdan beri hep tek bir eksenden bakıyoruz. Tepeden bakıp yuvarlak bir şekil görüyoruz. Gözlemlediğimiz şeyin bir kafanın üstten görünümü, yani scott'ın kel kafası olduğunu anlayamıyoruz :) Biraz farklı bir açıdan da bakabilsek gördüğümüz şeyin daire değil bir kafa olduğunu, 3 boyutlu olduğunu anlayabilirdik. 

  Neresinden bakarsak gerçeklik odur ve doğrudur tamam. Ama gözlemlediğimiz şey haliyle absürt görünecektir. Hologramın içinde yaşıyorken, bir parçasıyken hologramı gözlemlemeye çalışmanın sonuçları bu olur haliyle. 

 E boyut atlayacak halimiz de yok. 

  Denizin içinde su iken denizi gözlemliyoruz yani....

 Olasılık bulutlarına gelelim;  Her eksende bir olasılık gerçekleşir. Ve gerçeklik, eğer dışına çıkılabilirse özünde sonsuz bakış ekseninden gözlemlenebilir. Bizler mecburi olarak tek bir görüş ekseninde olaya bakınca bir olasılık denizi algılıyoruz. Etkileşim yarattığımızda da mecburen tek bir eksende tek bir olasılığı görüyoruz. ''Dalga fonksiyonu nerede çöküyor acaba'' diye sorup duruyoruz kendimize.

 Bir holograma veya bir cisme üstten bakabilirsiniz, alttan sağdan soldan önden arkadan.... ve bu eksenlerin aralarındaki her açıdan. Tüm bakış eksenleri aradakilerle beraber sonsuz sayıdadır. Her eksende bir olasılık kayıtlıdır ve zaman aktıkça tüm olasılıklar 3 boyutlu bir filmin akışı gibi, tek bir yönde organize ilerler. Tek eksende bakıldığında hologramın yüzeyinde tek bir olasılık gözlemleriz ancak olayın derinliğini algılamaya, hesaplamaya çalışınca farklı bütün olasılıkların o düzlemde (hologramın kayıt düzleminde (***) aynı anda bulunduğuna şahit oluruz. Aslında Dalga fonksiyonu çökmemiştir. Olasılık bulutu diye bir şey de yoktur. Bu olay, bizim de bu evrenin bir parçası olmamızın ve mecburen tek bir eksende gözlemlememizin sonucudur. 

 Gerçek olanı olduğu gibi görebilmek için ise uzay zaman boyutlarının dışına çıkıp, New-age saçmalıkları gibi boyut atlamamız da gerekmiyor. 

Gerçekliğin birden fazla görünen yüzü olabileceğini, düşünce ve analiz şeklimizi özgür bırakmamız gerektiğini anlasak yeter.... 

 Holografik hipotezlerin çıkışı;

 Bu fikirlerin çıkış kaynağı karadelikler... 80'li yılların başında kuramsal karadelik teorileri şekillenmeye başladığında bilim insanlarının kafasını kurcalayan bir soru zihnimize düştü. Bilgi paradoksu... 


 Bilgi paradoksuna gelmeden önce biraz karadeliklerden bahsetmek gerek; Bir yıldız, yakıtını tüketip ömrünün sonuna yaklaştığında iç tepkime basıncı, artık kütle çekim basıncını karşılayamaz duruma gelir ve içine çöker. Bu limit yıldızın kütlesiyle doğru orantılı olmakla beraber aşıldığında yıldızın dış katmanları iç gövdeden ayrılıp gerilmiş yay gibi bir patlamayla uzaya saçılır (süpernova). İç gövde ise içine çökmeye başlar ve çoğunlukla beyaz cüce denilen aşırı yoğun yıldız benzeri bir cisme dönüşür. Yıldızımız eğer Chandrasekar limiti denilen 1.44 güneş kütlesinden büyük bir kütleye sahipse atom kararlılığı da kütle çekime yenik düşer ve cisim bir nötron yıldızına, kararlılığa ulaşamazsa karadeliğe dönüşür. Işığın, uzay zaman dokusunun, nedenselliğin, fiziğin,  her şeyin yutulduğu bilinmez bir çukura... Olay ufku denilen bir sınır, karadeliğin iç bilinmezliği ile bizim evrenimizi birbirinden ayırır. 

 Karadeliklerde; nötron ve sonunda kuarkların da içine çöktüğü ve hacim-kütle gibi tanımların anlamsızlaştığı bir sınırın ötesine geçtiğinde artık bildiğimiz evrendeki gibi cisimlerden, uzamsal dokulardan hatta zamandan da bahsedilemez.

  Fiziksel limitlerin sınırlarına varıp sonsuza uzandığı olay ufkuna yaklaştıkça bunu dışardan da rahat gözlemleyebiliriz. Işık bir girdap halinde olay ufkuna çöker, enerji ve kütle parçalanıp 2 boyutlu olay ufku düzlemine ilerler. Olay ufkuna yaklaştıkça zaman da gitgide yavaşlar ve ufuk çizgisinde tamamen durur. 3 boyutlu evrenimizde civardan gelen bütün kütle, enerji bu 2 boyutlu düzleme bütün ögesel bilgileriyle çöküp zamanda donar. Yani bir nevi holografik alt düzlem kaydı yapılır. 

 Bir boyut eksilir gibi görünür ancak karadelik bilinmeyen bir şekilde o maddeyi yok eder. Aldığı kütlesel momentumu da yuttuğu şeyden tamamen alakasız bir mekanizmayla ''hawking ışıması'' yoluyla sönümler. Olay ufku da biraz daha genişler. 

Bilgi paradoksu evrenimizin temel kanunu olan 'hiç bir şey vardan yok, yoktan var olamaz, ancak dönüşür, dönüşüm de nedenselliğe bağlıdır' ilkesinin karadeliklerde anlamsızlaşmasının sonucudur. Tamam diyelim ki kütle, enerji karadeliğe düşüyor, bozunuyor, dönüşüme uğrayıp evrene göre karadeliğin bir parçası oluyor da bu düşenlere ait bilgi neden yok oluyor? Dönüşüme  uğramıyor? nedensellik bağı kopuyor?  nereye gidiyor? Tepki yaratmayan bir etki gibi...

 Holografik teoriye göre; O bilgi olay ufkuna kaydolarak hapsoluyor. (Cismin dışardaki gözlemciye göre düşerken olay ufkunda donup kalması. Aslında gözlemci derken tüm evrene göre) 


uzay-zaman dokusunun olay ufkuna doğru parabolik büküldüğü mercekleme etkisi 

   Karadelik sınırları evrenin gerçek anlamda keskin sınırlarıdır. Bu sınıra çekilen her şey, tüm bilgisiyle yüzeye kayıpsız kaydedilir. Ya da öyle kabul edilir. Bilgi kaydedilir, dış evreni dengelemek için karşılık gelen kadar bir enerji evrene tekrar saçılır. Buna da Hawking ışıması denir. Karadelikler de aynı birer yıldız, kütleli bir cisim gibi evrende gezinir. Öyle davranırlar. Bir kütle, bir dönüş ekseni, bir kutup vs. tanımlanabilir. ancak ufkun ötesinde bildiğimiz evren noktalanır. Bizim evrenimize göre Ufkun ötesi gerçek anlamda hiçliktir. Vakum veya boşluk değil, hiçliktir. 

  Ancak gerçekte hiçlik midir, yoksa ayrı tersine bir iç evren mi gelişir bunu bilemeyiz. Bu iç evrenin genişliği bir tekillik te olabilir, çizgisel veya çift uçlu bir tekillik çizgisi de olabilir, tam tersi bizim evrenimiz kadar büyük bir evren de olabilir. Zaten bilemeyiz. 

  Bazı matematiksel modellere göre ufkun ötesinde dış bölgede uzay-zaman yer değiştirip entropi azalma eğilimi gösterir, iç sınırda ise tekrar değişip bir tekilliğe çökme devam eder. Bu tekillik te tek bir nokta veya bir çizgi şeklinde olabilir, kararsız yapıda da olabilir. Tekilliğin şekli karadeliğin türünü tanımlar. 

  Gerçekliğini ise bilemeyiz.

 Bizi teoriye götüren sorular şunlar; 

   Eğer evren ve içindekilerin bilgisi 2 boyutlu bir düzleme böyle kaydedilebiliyorsa, karadelikler de evrenimizin içinde kütleli hacimli herhangi bir gökcismi gibi davranıyorsa, bilginin bu kayıt şekli, kütleli diğer cisimler için de geçerli olabilir. Belki kütle çekimin olduğu her yerde 2 boyutlu bir düzleme değil de 3 boyutlu yaygın bir dokuya holografik kayıt oluyordur.

Ya da bu içkin kayıt düzleminden evren hologramı çıkıyordur. 

   Belki kütle ve enerjinin olduğu her yerde evren kendi kendisinin holografik kaydını tutuyordur? Karadeliklerde bu olguyu keskin bir sınır yüzeyinde görebiliyorsak ve karadeliklerin durumu bizim evrenimiz için kütle çekimi, yörüngesi, kütlesi, hacmi olan sıradan bir cisimse, karadelikler çökmüş yıldızlarsa diğer kütleli hacimli olan varlıkların bundan eksiği ne? Karadeliklerde evrenin bitiş sınırında biriken holografik kayıt aslında evrenin her yerine yayılan gerçek yüzüyse. Gerçek yapısı buysa? Karadelikler sadece bize bu olguyu gözlem şansı vermişse? Evrenin kendisi Alt bir boyuta kaydedilmiş hologramsa. Karadeliklerin olay ufkunda sonsuza kayan kütle çekimle 2 boyuta sıkıştırılan bu olguyu, evrenin her yerinde içkin bir şekilde yaşıyorsak? Evrenin kendisi düzlemiyle birlikte 3 boyutlu bir hologramsa ve karadelik sınırları sadece bize bunu gözlemleme şansı veriyorsa. Ya boyut dediğimiz şey..... Tamam tamam daha fazla uzatmayacağım:)


Leonard Susskind


  Holografik evren modelinin bir türünü bu noktadan itibaren teorize eden Sicim teorisyeni Leonard Susskind, Evrenimizi de bir nevi Mega karadelik gibi düşünmüş, holografik kayıt düzleminin kozmolojik bir olay ufkundan türediğini öne sürmüştür. Ancak bence eksik bir düşünce çünkü çoğu hesaplarımız ve gözlemlerimiz evrenin sonlu ama sınırsız olduğunu, kozmolojik bir olay ufkundan bahsedemeyeceğimizi gösteriyor. Yani büyük ihtimalle kapalı bir mega evrende yaşıyoruz (93 milyar ışık yılı çapındaki gözlemlenebilir, gözleyebildiğimiz evreni kastetmiyorum, tamamını kastediyorum). Bir yönde tek bir çizgiye sadık kalarak ilerlersek başladığımız noktaya eninde sonunda döneriz. Aynı dünya yüzeyi gibi, sadece bir boyut fazladan düşünün. 

İlgili kozmolojik olay ufku tabiri yerine kozmolojik alt boyut düzlemi daha uygun bir tarif olur. İnflaton alanından bigbang çöküşü esnasında, genişleme hızının neredeyse sonsuzdan ışık hızına kadar yavaşlatan bir boyut çöküşüyle, yani bir faz boşluğu- bir benekle evrenimiz hayat bulmuştur. Bu sırada inflaton alanından kritik enerji seviyesinin altına düşüp boyut kaybeden baloncuğumuz, enerji alanı dengelemesini sağlayabilmek için  lineer kuvvet alanlarını (bilinen 4 temel fizik kuvvetini) yaratıp alt boyuttan, bu enerji alanlarının yaptığı holografik yansımayla 'genişleme' yanılsamasını doğurmuş, bildiğimiz sıcak patlama, 'big-bang' patlaması deneyimlenmiş olabilir. Yani çöküp kaybolan inflaton enerjisinin dengelenebilmesi için oluşan sanal bir türedi, holografik uzay-zaman dokusu..... Tabiki eninde sonunda günün birinde İnflaton alanı galip gelerek bu sanal uzay-zaman dokusu sonsuza kadar hızlanarak genişleyip silikleşecektir. (evrenin yapısı). Evrenin hızlanarak genişlemesi bu sebepten olabilir. 

Kapalı bir evrende yaşıyor olma ihtimalimiz yüksek ve bu evren modeli, bize içe çöküp big-bang in tersi olan big-crunch ı gösteriyor. Ancak bahsettiğim sonsuza genişleyip silikleşme ile Açık evren modelini kastetmiyorum. Holografik bir evrende,  evrenin alt düzlem boyutundaki davranışı ve holografik davranışı örtüşmek zorunda değil. Birbirine zıt olması hatta daha mantıklı.

(projektörün merceği küçüldükçe mercek eğim açısı görece artar, izlediğimiz filmin ekran büyüklüğü de bu yüzden gitgide genişler)

 Bunlar birer düşünce deneyi ve matematiksel hesapların çıkmazlarının sonuçları. Ortaya atılan holografik modeller de Standart modelimizin eksikliklerine açıklama getirebiliyor.

Evrende algıladığımız her şey, evrenin kendisi bir hologram olabilir. Alt boyutta tüm hologram bilgisi kayıtlı olup, bu düzlemden  kütleçekim  kuvvetleri aracılığıyla, lazer ışını gibi yansıyan bir hologramda yaşıyor olabiliriz. Teoride de holografik kaydın her bir parçası bütünün bilgisini içerdiği için bu kuantum dolanıklığı ve belirsizliği de bize açıklayabilir. 

Kanıt sayılabilecek bir işaret;

 Kozmolog Niayesh Afshordi ve arkadaşları,  şu bildiğimiz, Hubble aracılığıyla haritalanan kozmik mikrodalga artalan ışımasının haritasının bilgisayar simülasyonlarıyla 2 boyutlu bir evrenden de türetilip türetilemeyeceğini, şeklinin ne olabileceğini merak ettiler.

 Patlama simülasyonlarını çalıştırdıklarında elde ettikleri harita, 3 boyutlu bir evrenin oluşturduğu, bildiğimiz haritanın simülasyon tabanlı geçmişiyle birebir uyuşuyordu.

 

kozmik mikrodalga arka fon ışımasının, yani evrende ilk ışığın yayıldığı zamandan günümüze gelen, evrenin her yerine dağılmış mikrodalga ışınım haritası


2 boyutlu bir evren modellemesinden 3 boyutlu bir evrenin ilk zamanlarının haritası da gayet çıkarılabiliyordu.

 Gözlemleyerek çıkardığımız bu haritayı, sicim teorilerinden türeyen , big-bang in alternatifi olan membran teorisinden, yani büyük patlama yerine birbirine yakın mega membranların birbirine dokunmasıyla evrenimizin oluştuğunu anlatan bilgisayar simülasyonlarıyla da birebir çıkarabiliyoruz. Gerçeklik ortada, ama yorumlar birbirini dışlayacak, yok sayacak şekilde çeşitli, üstelik bu yorumlar da aynı bilimsel mekaniklerle ispatlanabiliyorlar bağımsız olarak...

Fakat Afshordi, evrenin sadece ilk zamanlarında holografik olduğunu, yerçekimi kuvvetinin sonradan geldiğini düşünen birisi. İlk zamanlarda holografik başlayan evrenin günümüzde 3 boyutlu gerçeklik olduğunu söylüyor. Tabi hologramın gerçekliğe dönüşümünü tam olarak açıklayamıyor. 


  Gerçeklik olarak tanımlanan şey nedir? Bu bile günümüzde felsefi olarak muğlak bir konu.

 Atomların ve nükleonların bile bildiğimiz kadarıyla %99.99 u boş, derinlere indikçe daha büyük boşluklarla karşılaşıyoruz sürekli, kalanı dolduran kuanta cisimler ise deterministik davranmıyorlar, olasılık bulutları tanımlayan belirsizliklerin üst üste bindiği süper pozisyon şeklinde her an, her yerde , her şekilde, organize bir olasılık bütünlüğü içinde sürüklenip gidiyorlar. 

  Yani evrenin yapıtaşları bile yeri, konumu, şekli belirsiz, klasik fizikle alay eder gibi, cisim olarak tanımlayamayacağımız şekilde davranıyorlar. Onların bu davranışı sayesinde tüm matematiksel denklemlerimiz oturuyor ve cisim olarak tanımlayabileceğimiz şeylerden evreni kurgulayabiliyoruz.

 Kozmolojik tarafta ise; inflaton skaler alanı gibi absürt sanal uzay-zaman tanımlamaları, uzamsal yönlerin, yani genişleyecek bir mekanın var olmadığı, zaman akışının bile varolmadığı bir ortamda sonsuz hızda şişmeden bahsedilmesi. Evrende gözlemlediğimiz heisenberg belirsizlik ilkesinin, hakkında hiç birşey bilmediğimiz bu alana uyarlayıp big bangi rastgele bir salınımla başlattığının yazılması... neye göre kime göre? 

  Sanal demek; gerçekliği olmayan, matematiksel denklemlerin estetikliğini korumak için bir tarafımızdan uydurduğumuz içi boş ama açıklayamadığımız sonuçlara bir açıklama sunan hayali şeyler demek... Matematikteki sanal- yani idealist çıkarımların, karmaşık sayıların mutlak gerçeklikte bir karşılığı olmak zorunda değil!

 Ne zaman araştırırken mikro boyutlara insek, kozmolojik boyutların ötesine geçsek anlamsız, absürt duvarlara çarpıyoruz.

 Sonuç olarak;

Evrendeki her şey alt boyutta birbiriyle ilişkili olabilir. Düşünce yapımızı değiştirmek bazen tüm sorunlarımızı çözebiliyor.

 Ancak şu an deneyini yapamayız, test edemeyiz, ispatlayamayız..... İspatlayamayacağımız ama teori olarak kabul ettiğimiz, üzerine bütün bilimi inşa ettiğimiz diğer her şey gibi...

 Fikir sahibi olamayacağımız konularda atmak, bildiğiniz bitarafımızdan fikirler uydurmak bilimin doğasında var. Tek bir şartla! Matematiksel olarak hesaplanabilir olacak, üzerine bir de estetik olacak. Test edip deney yapabildiğimiz gözlemleyebildiğimiz her şeye de bir açıklama sunacak, yeni öngörülerde bulunacak. bu kurallara uyduğunuz müddetçe her şeyi bitarafınızdan uydurabilirsiniz. Bunu aşağılamak için söylemiyorum, gerçek bu zaten :) Bilim böyle ilerliyor günümüzde ve oldukça işlevsel sonuçlar veriyor. Çoğu keşif, eldekilerin üzerinde özgürce, altyapısız, fiction olarak kurgulanan senaryoların  formüle edilip sonra öngördüğü testlere sokulmasıyla şekillendi.

 Einstein'in bir lafı var; ''bana bir bilimsel çözüm için 1 saat verseniz bunun 55 dakikasını doğu soruyu sormak için harcardım.''  ve '' aptalca sorular sormaya başlamazsanız aptal durumuna düşersiniz''.

 Bizler sadece insanız, evrenin sırrını çözmek için de evrimleşmiş beyinlerimiz yok. Dünya denen trilyonlarca gezegenden birinde, son bir kaç milyon yılın doğa şartlarında, şu sınırlı biyolojik habitatta hayatta kalmak konusunda uzmanlaşıp süper yırtıcı olmayı başarmış bir canlının, bu başarıyı sürdürebilmesi için var olmuş beyni bu beyin. Gelecek ise bize bu arkaik süper yırtıcı türden gerçek anlamda üstün tür** olma yolunda evrimsel olarak ne sunar? evrimimize  biyolojik ve teknolojik olarak hükmetmeye başladığımızda bir fark yaratır mıyız bunu zaman gösterecek...

 Yazının devamı için;

bilimin sanal boşlukları (bu ara besleme)

determinist oyun (devamı)

karadelikler ayrıntılı (sonraki devamı)











 görüşmek üzere...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Ölüm Fiziği

  Bu yazıda biraz ölüm ve ötesini dogmalardan uzak bir şekilde konuşmak istiyorum. Haliyle ne kadar objektif yaklaşırsam yaklaşayım, biraz spekülasyon olacak baştan belirteyim. konuyla ilgili olan eski bazı yazılar; Holografik evren ve bilinç  link1  ,  link 2 Blok evren ve zaman  link Varlığın kavramsal yapısı  burada Bilgi-varlık ikilemi  o da burada   Giriş; Önceki yazılarımda genel olarak;   Gerçekliği farklı şekillerde tanımlayabildiğimizi ve temelinde kavramsal olarak 0/0 gibi zorunlu bir belirsizliğin olduğunu anlatmaya çalıştım. Evrenimizin parankim dokusu olan fiziksel gerçeklik; nedenselliğe göre işleyen, determinist davranan, ışık hızının bilgi iletim sınırı olduğu standart modelle tanımlanabiliyor.   Ancak dokunun yüzeyindeki desenlerle ilgilenmeyi bırakıp kumaşın kendisiyle ilgilendiğimizde hiç te nedenselliğe uymadığını, ışık hızının ve determinizmin geçerli olmadığını görüyoruz.  Madde ve enerjinin ise sonsuz al...