Ana içeriğe atla

Determinist Oyunculuk- Holografik evren hipotezi 2

  Evet görünüm böyle... 

  Klasik fizik düzleminde asla açık vermeyen ama gözlem sınırlarının dışına çıkıldığında, yani kuantum alemine ve astrofiziğin sınırlarına varıldığında iz bırakmadan yok olan, ancak filme dahil olduğumuzda determinist kişiliğinden taviz vermeyen bir evrenle karşı karşıyayız. İnatla 'beni mekaniklerle, fizikle, nasıllarla tanıma, beni anlamlar ile tanı, anlamların karmaşık düzeninin yazıya dökülmüş bir senaryosuyum, temelim bu'' diyor bizlere...

 Yazının öncesi için ; (Holografik Evren Hipotezi

Ara besleme; (Bilimin Sanal Boşlukları)

Devamı ; (karadelikler)

  Eflatunun idealar alemine bağlamayacağım konuyu, bu kadar basit değil aslında.

 Konuya kuantum dünyasından başlayalım;

   Evrenimizin tanımlanan yapıtaşları nelerdir? 

 

 Henüz oldukça eksik olan ve Standart modelle yer yer çözümsüz paradokslara giren kuantum fiziğinin tanımlayabildiği parçacıklar. Temelde iki gruptur. 

Fermiyonlar ve Bozonlar. 

 Fermiyonları kuvvet alanlarından etkilenen temel yapıtaşları, bozonları da ilgili kuvvet alanlarının kuvvet taşıyıcısı olarak düşünebilirsiniz. 

 Bir atom; çekirdeğinde proton ve nötronlar ve çevresini saran, orbital denilen enerji alan seviyelerine yerleşen elektronlardan oluşur. Protonlar ve nötronlar da ayrı ayrı kuarklardan benzer şekilde oluşurlar.

 Örneğin iki yukarı ve bir aşağı kuarkın, evrenin 4 temel kuvvetinden biri olan güçlü nükleer kuvvet alanının bozonu olan 'gluonlar' aracılığıyla enerji takası kilidine girip birbirine kenetlendiği durumu yansıtan parçacık 'Proton' olarak tanımlanır. Gluonlar, proton ve nötronların bir arada durduğu çekirdek bütünlüğünü de sağlarlar. Bu kuvvetin özel tanımı gereği kuarklar birbirinden uzaklaştıkça çekim gücü azalmak yerine eksponansiyel şekilde artar. 

 Elektronlar da kuark benzeri bir kütleye sahipler ve  elektromanyetik alan üzerinden kuarklarla etkileşirler ve orbital denen enerji seviyelerinde bulunurlar. Elektromanyetik kuvvet ise güçlü nükleer kuvvetin tersine mesafe ile etkinliği azalır. Taşıyıcı bozonu 'foton'lardır. Bir elektronun enerjisi düşüp te (kuantum tünelleme ile) bir alt orbital seviyesine inerse, enerji kilidi güçleneceği için, alanın dış kısmına yönlenen ve bizim foton ışıması olarak algıladığımız bir kuvvet alanı dalgası yaratır.

İşin garip tarafı şurası;

 Elektronlar yörüngelerinde bizim okul kitaplarında gördüğümüz gibi dönmezler. Orbitalin her noktasında aynı anda bulunurlar. Belirsizlik ilkesi gereği yörüngenin her yerinde aynı anda bulunup bir olasılık bulutu halinde takılırlar. Gözleme kalktığımızda, ilgili olasılık dalga fonksiyonu çökeceği için elektrona bir yön, bir dönüş spini ve bir dönüş hızı tanımlayabiliriz.

 Sisteme dokunmazsak gerçekliği tam olarak bu şekildedir. Bir cisim her an her yerde aynı anda bulunabilir mi? Kuantum alemindeyseniz bulunabilir. Hatta bulunmak zorundadır! 

 Elektronun bu zorunlu indeterministik doğası aslında diğer tüm fermiyon ve bozonların doğasıyla aynıdır. Yani hepsi aslında determinist yapıda değil belirsizlik ilkesinden doğan bir olasılık denklemiyle tanımlanır. 

  

 Cisim değil, olasılık bulutlarıdır aslında bunlar. Bulunma ihtimalinin en yüksek olduğu bir bölge vardır fakat bu uçtan uca tüm sınır boyunca diğer yerlerde olmadığı anlamına gelmez. Aynı anda hem bu diyagramın ortasındadır hem de en ucundadır. Olasılık azalsa da sıfırlanmaz ve çevreyle etkileşimleri bu gerçeklik üzerinedir. 

 Mesela kuantum tünelleme etkisi; bir kuanta bir engelle karşılaştığında olasılık denkleminin sınırları engelin öteki tarafına sarkıyorsa parçacık tünelleme yapabilir. Yani bildiğiniz duvarın bir tarafından öbür tarafına sırf az da olsa bulunma olasılığı var diye ışınlanabilir. Bu sayede güneşimiz, kritik füzyon enerji eşiğini kolayca by-pass ederek füzyonu gerekenden milyonlarca derece daha düşük bir sıcaklıkta başlatabiliyor ve ışık-ısı saçıyor.

Güneşimiz, diğer yıldızlar gibi parıldamasını kuantum tünellemeye borçludur.

 Bu olasılık dalga fonksiyonu sadece parçacıkların lokalizasyonu için geçerli değil, aynı zamanda yükleri, spinleri ve momentumları için de geçerli bir durum. Her durumda aynı anda bulunmaya 'süper pozisyon' diyoruz. 

  Bu Süper pozisyon durumunu sadece tek tek parçacık üzerinde değil, mutlak sıfıra yakın bir sıcaklıkta, ''belli başlı enerji seviyeleri eşitlenip kısmi dolanıklığa sokularak'' oluşturulan bir grup parçacık üzerinde de yapabiliyoruz. Yani Shrödingerin kedisini 'gözle görülebilecek ölçülerde' kendimiz de deney laboratuarlarında oluşturabiliyoruz.

 Ve belirli durumları aynı olasılık dalgası içinde süper pozisyona sokulmuş parçacıkları, aralarındaki mesafeyi kilometrelerce açarak birbirlerinden haberdarmışcasına aynı anda çökertebiliyoruz. Yani birini gözlemliyoruz, olasılık çöküp tek bir duruma indirgeniyor. Dolanıklığa girdiği diğer parçacık ta kilometrelerce ötede aynı durumun tersi olacak şekilde olasılıktan çıkıyor. Bu olgu ışık hızında da değil, tam olarak aynı anda gerçekleşiyor! Daha doğrusu gözlem etkisiyle determinist bir kimlik sunuyorlar  bize. 

 Bu ışık hızını hiçe sayarak, sonsuz hızda etkileşim sorununun bizim gözlem kısıtlılıklarımızda olmadığı, gerçekliğin tam olarak bu olduğu da geçenlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlandığı için Anton Zellinger, John Klauser, Alain Aspect 2022 nobel fizik ödülü kazandılar. Tabi yıllar süren ve binlerce bilim insanının tüm aksi olasılıkları tek tek bertaraf ettiği binlerce deneyi noktalayan bilim insanları sadece bunlar.

  Olasılıkçı bir evrenden determinist, sağduyuya, mantığa, hatta nedenselliğe geçişi temsil eden olasılık dalga fonksiyonunun çöküş bilmecesi ise halen bir muamma. Nerede klasik fiziğe geçiş yapıyoruz? Gözlem sırasında mı? Etkileşimle mi? hangi büyüklüklerde? Baktığımız için mi çöküyor olasılıklar, yoksa bakmasak ta çöküyorlar mı? sen baktığında çöken olasılık seni gözleyen bana göre nasıl çökmemiş oluyor? ikimiz de gözlemci değil miyiz? çöküş hangi noktada oluyor? tam olarak nerede 'her an her yerde aynı anda aynı şekilde bulunma' absürtlüklerinden sağduyuya mantığa uygun klasik fiziğe geçiş yapıyoruz? bu mekanizmanın doğası nedir? 

             ******

 Koca bir bilinmez....

 Sanki evren özünde tamamiyle dolanık ve süperpozisyon halinde, belirsiz olmak zorunda, ama zamanın akışı ve entropinin artışına uyum gösterebilmek için, hikayenin akışını sağlamak için,  çaktırmamak için, öyle olmak zorunda olduğu için, oyun başlayınca aniden role giren usta bir sahne tiyatrocusu gibi rolüne eksiksiz giriyor. 

 Mendil atma oyunu gibi. Asla mendili bırakanı yakalayamıyorsunuz. 

 Bu olguyu simülasyon teorisi ile açıklayanlar var. Sanal dünya içeren Bilgisayar oyunlarında Ekranda sadece kameranın döndüğü alan anlık simüle edilir. Karakteriniz bir yöne bakarken ekranın dışında kalan yerler oluşturulmaz ve aslında bir hafıza biriminin, bir diskin içinde oyun senaryosunun akışından, zamandan yerden bağımsız bir data yığını şeklinde var olur. İhtiyaç kadar çıkarılıp simüle edilir. Senaryo devam ettirilir. 

Simülasyon teorisi evrenimizin bir simülasyon olduğunu söyler ancak gerçekliğin hatalı bir yorumundan ibarettir.

 Ben buna katılmıyorum. Çünkü bildiğimiz kadarıyla gözlem dışında da dalga fonksiyonunun birçok türlü şekilde çökebildiğini tanımlayan bir bilim seviyesindeyiz artık.

 -Bazen nasılı aramayı bırakmak lazım. Ya da düşünce şeklini de nedensellikten çıkartıp farklı türde düşünceleri serbest bırakmalıyız. Veya anlamlar üzerine tartışmaya başlamalıyız. -

 Holografik evrenin kozmolojik düzleminde ( holografik evren hipotezi ) zaman da aynı uzamsal düzlemler gibi, uzayın kendisi gibi, yani evrenin başı ve sonu da tek düzleme kayıtlı olabilir. Biz klasik 3 boyutlu bir holografik film yerine 4 boyutlu bir holografik filmi seyrediyor olabiliriz. 

Var olduğunu ve hangi şartlarda gözleyebildiğimizi artık ispatladığımız ama sebebini, neden olduğunu hiç bilmediğimiz kuantum dolanıklık olgusu da buna işaret ediyor olabilir. Kozmolojik düzlem içinde, yani bulunduğumuz Membran içinde evren başından sonuna kadar her şeyiyle birbirine zaten dolanık olabilir. Veya dolanık değil de hologramın kayıt düzlemini deneyimliyor olabiliriz. 

 Benim görüşüm şu; Kuantum dolanıklığının altında; aslında parçacıkların arasındaki o uzay-zaman düzlemi içinde, görelilik kuralları gereği maksimum ışık hızında aşılabilecek kilometrelerce mesafe yoktur. Yani aslında mesafe diye bir şey yoktur. O yüzden dolanık parçacıklar, evrenin iki ucunda da olsalar aynı anda çökebiliyorlar. Parçacıklarla ilgili data, kozmolojik düzlem membranımızın içinde tek bir datadır. 

Tekrar ediyorum; Parçacıklarla ilgili data, kozmolojik düzlem membranımızın içinde tek bir datadır. 

Bilgisayar oyunlarında, grafik motorunun aynı veri kalıplarını -oyunun yönergelerine göre- çeşitli alan ve zamanlarda tekrar tekrar renderlayarak bir sanal dünya inşa etmesi gibi. 


Niels Bohr; 
''belki de tüm elektronlar tek bir elektrondur''

''İki tür doğru vardır: Tersinin yanlış olduğu gün gibi ortada olan yüzeysel doğrular ve tersi de doğru olan daha derin doğrular.''

''-Gerçeklik- sözcüğü de bir sözcüktür, doğru kullanmayı öğrenmemiz gereken bir sözcüktür.''


Fizik biliminde; Hologramların kayıt edildiği ve yansıtıldığı düzlemde, düzlemin her bir parçası, tamamının bilgisini içerir. parçalar bir bir bütünün kopyasıdır. Düzlem kırılıp parçalara ayrılsa bile her bir parçasından hologramı eksiksiz yansıtabiliriz. Hologramların yapısını daha önce anlatmıştım size (burada )

 Dolanıklık ve olasılık bulutu dediğimiz şeyler, aslında kozmolojik düzlemin yapısı olabilir. 

Aslında Bilgisayar oyununu değil, oyunun diskini inceliyor olabiliriz. Tabiki oyunumuzun hikayesi, başıyla sonuyla tüm haritasıyla karakterleriyle diskte olacak. Tüm olasılıklarıyla. Biliyorum bu analoji yetersiz ancak benzeşim kurabiliriz;

 Bir game store dan aldığımız, piyasaya yeni çıkmış, eve gidip oynamak için heyecanlandığımız RPG tarzı veya bir açık dünya oyunu düşünün. Atıyorum 8 gb veri taşıyan oyun diskini incelediğimizde, diskin ağırlığı taş çatlasın 5 gramdır. İnceciktir. El çantamızın bir gözünde taşırken orada olduğunu bile unuturuz. Ancak evde konsola takıp oynamak istediğimizde ekrandan kocaman bir sanal dünyanın içine gireriz. Keskin kuralları olan, yazılım hatası barındırmayan, bir hikayesi olan sanal bir dünyaya karakterimizle başlarız. Görünürde kilometrekarelerce, minecraft benzeri bazı oyunlarda da sonsuz alana yayılabilen koskoca bir evrene geçiş yaparız. ve oyunu bitirmek istesek günlerimizi alır. 8 gblık, datasını transfer etsek 5 dakika sürmeyecek verinin içinde günlerce, haftalarca zaman alan bir senaryo vardır. Bu koca senaryoyu, koca bir evreni barındıran sanal dünya, 5 gramlık ufacık bir disk içinde, düzenli bir data yığını şeklinde çantamızda taşınır. Hatta bazı firmalar, bu sanal evrenleri 1 gram ağırlığı olmayan, kapasitesi kat kat büyük minicik flash disklerde satmaya başladılar artık. 

 Oyunun içinde kurallar keskindir. Mesela karakterimiz yazılım gereği 3 metre zıplayabiliyordur. Ne yaparsak yapalım 10 metre zıplayamaz. Veya sanal dünyada gündüz olduğunda güneş başka bir yerden doğmaz. Bütün kurallar önceden belirlenmiştir. Yazılım tat kaçıran hata da, açık ta vermez. Çünkü piyasaya sürülene kadar uzun bir test aşamasından geçer. Oyun kişiye farklı bir evrende yaşama hissiyatı yaratmayı hedefler. Ki sizi bu dünyadan koparıp eğlendirmeyi başarsın.

bu diskin içinde


bu dünya...

Neyse...

Hacim, kütle, uzamsal düzlemler, kuvvet alanları, termodinamik, görelilik, uzay-zaman dokusu, evrenin genişlemesi, sıcak patlama, galaksiler, geçip giden zaman vs... bu evrenin kurallarıdır. O aldığımız oyundaki gibi. Kozmolojik düzlem membranı da disk. Evrendeki tüm protonların veya elektronların birbirinin kopyası olduğu gibi oyunun pikselleri de birbirinin kopyasıdır. Nasıl sanal dünya aslında hiç yer kaplamaz, evren de aslında yer kaplamaz. 

 Burada simülasyon teoremini analojik olarak irdeliyorum sadece.

   Atomların çekirdek ve elektronları kütlesini, hacmini belirler ancak %99 undan fazlası aslında boşluktur. Proton ve nötronları oluşturan kuarklar ve elektronlar da determinist parçacıklar değil, olasılık bulutu şeklinde var olan şeylerdir. Kütleleri, momentumlarının Higgs alanıyla etkileşimleri sonucu oluşan 'türedi' yapay bir olgudur. Kütle-çekim alanıyla etkileşimleri bile bu sayededir. Hacimleri ise senaryoya dahil olana kadar belirsiz değil, aslında hem var - hem yoktur.... 

 Burada klasik fiziği deneyimlememizi biraz zaman boyutuna borçluyuz. Zaman da Görelilik teoremine göre kütle ile var olan bir olgu. Kütle çekim alanının olduğu ve etkileşim doğurduğu ortamda zamanın akışından, zaman olgusundan söz edebiliriz. 

 Kütle çekim alanı da holografik evren hipotezine göre kozmolojik düzlemden hologramı, yani bildiğimiz klasik evreni, zamanın akışını başlatan alan.  

 O yüzden evrende hemen her şeyin kuantum mekaniğini kurabildik. Parçacıklar, etkileşimler, alanlar olarak tam bir model oturtabildik. Standart modeli kurabildik ancak bir kuantum kütle çekim kuramı oluşturamadık. Elimizde evrenin 4 temel kuvvetinden biri olan kütle çekim kuvvetinin kuantum mekaniği yok! Kurmaya kalksak standart modeli silmemiz gerekiyor. 

 Buradan şu çıkıyor; Evrende gerçekliği bir nevi zamanın varlığına borçluyuz. Zamanın akışını planck zaman aralığından daha düşük bir ana düşürmek, hologramın yok olması demek. Kütlenin ve momentumun olduğu her yerde (yani bilinen evrenin her yerinde) zaman akmak zorundadır. Zamanı donduramayız.

  Esprisini yapalım:))) ;

 ''zaman tek ölçü birimidir''

  

 Görüşmek üzere :)


 karadelikler için devamı; karadelikler

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Holografik Evren Hipotezi

  Önceki yazılarımda hologram kavramını bilinç konusundaki yazımda işlemiştim *( burada )*. Hologram denilince aklımıza popüler kültürün dikte ettiği değil, terminolojik tanımını düşünmemiz gerektiğini anlatmıştım.   Bu yazıda biraz sondan başa doğru gideceğim. Holografik fikirlerin sonuçları, sorulması gereken sorular, bilimsel çevrelerde çıkış noktası ve kanıt sayılabilecek işaretleri üzerinde duracağız. Bir yazı dizisinin ilk paylaşımı olacak bugünkü yazı.    Giriş;   Son yüzyıl içindeki evrene bakışımızın ne kadar baş döndürücü ve biraz absürt sayılabilecek bir hızda değiştiğini görüyoruz.   Durağan bir evren modeli ve newton mekaniği ile başlayan serüvenimiz, Einstein'in görelilik teorisini inşa etmesiyle ve evrenin genişlediğinin, geçmişe gittiğimizde bir başlangıç noktasının olduğunun ispatlanmasıyla oldukça değişti. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir evren yerine başı - sonu olan bir hikayenin içinde olduğumuzu öğrendik. Zamanın da uzay dokusuyl...

Ölüm Fiziği

  Bu yazıda biraz ölüm ve ötesini dogmalardan uzak bir şekilde konuşmak istiyorum. Haliyle ne kadar objektif yaklaşırsam yaklaşayım, biraz spekülasyon olacak baştan belirteyim. konuyla ilgili olan eski bazı yazılar; Holografik evren ve bilinç  link1  ,  link 2 Blok evren ve zaman  link Varlığın kavramsal yapısı  burada Bilgi-varlık ikilemi  o da burada   Giriş; Önceki yazılarımda genel olarak;   Gerçekliği farklı şekillerde tanımlayabildiğimizi ve temelinde kavramsal olarak 0/0 gibi zorunlu bir belirsizliğin olduğunu anlatmaya çalıştım. Evrenimizin parankim dokusu olan fiziksel gerçeklik; nedenselliğe göre işleyen, determinist davranan, ışık hızının bilgi iletim sınırı olduğu standart modelle tanımlanabiliyor.   Ancak dokunun yüzeyindeki desenlerle ilgilenmeyi bırakıp kumaşın kendisiyle ilgilendiğimizde hiç te nedenselliğe uymadığını, ışık hızının ve determinizmin geçerli olmadığını görüyoruz.  Madde ve enerjinin ise sonsuz al...