*
(Bu yazı 'birleşik alan teorisi'ni konu mankeni yaparak hazırlanmıştır)
Varlığın , 'mutlak gerçeklik' ifadesi ile aşırı abartılmış bir şey olduğunu düşünüyorum.
'Gerçeklik' ifadesi zaten nesnel bir kavram değildir. Zihnimiz; yanılsamalardan uzak, bağımsız olarak 'algılayabildiği' olguları bu şekilde tanımlar, bu kavramı referans kabul ederek ulaşabildiği tüm bilgi ve değerleri bu tartıda ölçer.
İşte 'algılayabildiği' dediğimizde, iş nesnellikten çıkıyor. Çünkü algılarımız hem bireysel, hem de tarihsel anlamda köküne kadar özneldir. Sebebi de beynimizin algıları süzüp, şekillendirip bize anlam yükleyebileceğimiz bir hikayeye çevirmesi, ürettiğimiz anlamlarla beraber başından sonuna kadar psikotik bir süreç olması. Bizler yapay zeka değiliz ve buzul çağının vahşi afrika faunasında evrimleşmiş, sadece hayatta kalmaya odaklı, limbik temelli düşünüp plan yapan, inanan güvenen korkan, genellikle irrasyonel kurgularla hayatını idame ettiren duygusal canlılarız.
Bilgiyi tanımlama biçimimiz bile bunun bir itirafı aslında;
Bilgi=gerekçelendirilmiş inanç...
E neyi gerekçelendiriyoruz?
Rasyonel olup olmadığına bakmaksızın var olduğuna inandıklarımızı.
Peki nasıl gerekçelendiriyoruz?
Mantık değil duygu temelli algılarımızı olabildiğince süzüp saflaştırarak.
Başarabiliyor muyuz bunu?
Başarabildiğimize 'inanıyoruz':))
İNANIYORUZ:)))))
Peki neden gerekçelendiriyoruz?
Nedensellik bize bunu emrediyor çünkü.
Nedensellik peki Evrenin mutlak değişmezi mi?
Kesinlikle değil (kuantum fiziğinden tutun, Evrenin oluşumuyla ilgili bütün çatı modellere varana kadar..).
****
Şimdi 'gerçek' olarak refere ettiğimiz evrene kendimizden yola çıkarak aşağı yönlü bir bakış atalım;
Bizler ortalama 165-170 cm boyunda 60 - 70 kg kütleye sahip çok hücreli biyolojik varlıklarız.
10 trilyon hücreden oluşuyoruz. Her bir hücremiz de ortalama 100 trilyon atomdan oluşuyor.
Atomlar ilginç varlıklar. %99.999 u boşluktan ibaret. merkezde kütlesinin %99 undan fazlasını içeren proton ve nötronlar, ve çevresinde döndüğünü düşündüğümüz elektron bulutları...
Bir atom çekirdeğinin çapı 1.75 ila 15 femtometre(10-15 metre)arası değişiyor. Elektronlar da bu mesafenin ortalama 1milyon katı uzaktaki yörüngede dolaşıyor. Aradaki korkunç büyük mesafe ise bildiğimiz vakum...
Atom çekirdeğine gelirsek ise proton ve nötronlar, bunları bir arada tutan ve bu nükleonların bağımsız bütünlüğünü sağlayan gluonlar.... gluonlar kuvvet bozonudur. Madde olarak tanımlamak istersek elektron gibi düşünebiliriz. Protonlar ve nötronlar da 'kuark' denilen parçacıkların üçerli gruplar halinde, gluonların çekimi altında, birbiri etrafında 'olasılık bulutu' olarak muazzam hızda dönmelerinden oluşurlar. Bir protonun veya nötronun kütlesinin sadece %10 unu içindeki bu yapıtaşları oluşturur. Geri kalanı bu kilitlenmiş muazzam enerjiden gelir.
Bir proton çapı 1.75 femtometre, yapıtaşı olan kuark çapı için ise buna 3 sıfır daha ekleyelim... Arası teorik olarak komple yine vakum.... Daha aşağı bileşenler varsa da bilmemiz zaten mümkün değil. Bilimin bittiği noktalar burası. Gerisi teori (sicim teorileri gibi)...
Şimdi bir atomun çapından kuarkına %99.99999 küsürü vakum, yani boşluk. Geri kalanı enerji kaynaklı ataletin 'kütle' etkisi yaratan türedi bir eylemi, az bir kısmı da higgs alanı- fermiyon etkileşimlerinin yarattığı harekete karşı oluşan direncin ifadesi... Ortada gerçek anlamda bağımsız, etkileşimin sonucu olmayan, etkileşimi kendinden doğan, temel bir varlık yok.
'Kütle' eylemleri de, etkileşim doğuran enerji de Evreni dolduran kuvvet-gerilim alanlarının birbirleriyle etkileşimi, bu etkileşimlerin nedensellik doğrultusunda yeni etkileşimler ve sanal alanlar oluşturmasından ibaret.
Mesela pasif bir kuark alanı düşünün. Bu alanın, evrenin patlamayla başlamasından mütevellit , ta o zamandan gelen zincirleme bir dalgalanması olduğunu hayal edin. Zamanla evren genişleyip soğudukça bu dalgaların küçülüp 'güçlü nükleer kuvvet' alanı etkisiyle birbirine yaklaşarak 'akmaya çalışıp ta akamayan' kilitlenmiş deniz dalgası olduğunu hayal edin. Sonra buna sürekli bir koordinatta tanımlanabildiği ve bulunduğu yerden tekrarlayan etkileşimlere girebildiği için 'Varlık' deyin.
Başka neye diyebilirsin ki zaten, illaki bir şeye varlık demeye ısrarlıysan.
Evrenin doğal akışı içinde böyle kilitler altında bağımsız sözde 'varlığını' sürdürebilen fermiyon dalgaları, bir de sadece etkileşimle varlığını gösteren, kilit altına alınamayan bozon dalgaları...
Bir sürü kuvvet ve 'varlık' alanları, bunların üzerindeki dalgalanmalar (titreşimler de diyebiliriz) ve bunların birbirleriyle etkileşimleri.
'Kütle' , 'hacim' dediğimiz şeyler, aslında hiçbir özerk gerçekliği olmayan, etkileşim türevi olan şeyler.....
Bir kuvvet alanını ele alalım ;Manyetik alan mesela
Bomboş bir odanın manyetik alanla dolu olduğunu düşünün. Bu alanın varlığını bize ispat edecek herhangi bir şey var mı? etkileşim doğurmazsak yok. Ancak odaya bir pusula koyarsak pusula ibresi bu alanla etkileşerek manyetik alan yönü hangi yönse o yönle paralel hale gelir. Alan ne kadar güçlü bir alansa o ivmede oluşur bu eylem.
O pusula o odaya sonsuza kadar girmese, o manyetik alanın varlığının bizim için hiçbir anlamı olmayacak.
Tanrıyı aramak gibi....
Etkileşimler ve sonuçları ancak bu alanları ve 'varlık' dediğimiz her şeyi oluşturan şeyler.
Bunu şöyle düşünebiliriz;
İç içe geçmiş sonsuz denizler var. Her birinin dalgaları bir diğerinin dalgalarıyla çarpışıyor, girişim deseni oluşturuyor, yeni dalga doğuruyor veya sönümlüyor, kimi diğerini hızlandırıyor veya yavaşlatıyor. Ve biz bu dalgaları sadece 'etkileşim' içine girerse 'varlık' diyoruz. Yani aslında o etkileşimlerin kendisine varlık diyoruz.
Gerçek olan deniz midir? dalga mıdır..... Denizin bizzat kendisini dalga yaratmadan, dalgaları gözlemlemeden, enerjisi (sıfır) haldeyken algılayabilen var mı? yok.....
Zaten Enerji düzeyi 'sıfır' demek fiziğe göre yok demek. Fizikte herşey öyle ya da böyle potansiyel veya kinetik enerji içerir.
Vakuma bile artık eskisi gibi vakum diyemiyoruz. Çünkü içindeki tüm diğer etkileşimleri sıfırladığımızda bile vakumun kendisinin de bir şekilde dalgalar ürettiği, etkileşim yarattığını gördük.' Sıfır nokta enerjisi' dedik. Görmesek eskisi gibi 'Boşluk' demeye devam edecektik.
Gerçeklik denizin kendisi midir? dalgalar mıdır? referansımız ise etkileşimler midir?
Bu denizlerin kendisine 'varlık' atfetmek te felsefi açıdan sorunlu. Çünkü kalkar bir deniz çıkar ortaya; 'arkadaş ben çok gerginim, dokunmayın bana' der, hiçbir dalga üretmez, etkileşime de doğal olarak girmez. Şimdi kalk ta bunu gözlemle......
Belki de vardır.... evrende ancak evrenin enerjisi kadar bir enerjiyle dalgalanabilecek gerginlikte olan, belki de katkat fazla enerjiyle ancak etkileşim doğurabilen alanlar vardır. sonsuza kadar da bilemeyeceğiz.
Ya da planck düzeyinin altında zaten sürekli etkileşim doğurabilen bilmediğimiz alanlar vardır. yani tanımlayabildiğimiz evrenin sınırlarının ötesinde.....
Bilim böyle alanlar için 'anlamsız, beni ilgilendirmez, yok sayıyorum' der.
Çünkü etkileşim yoksa bilgiyi de yok sayıyoruz, bilgi olmayınca da bilimin dışında kalıyor.
Felsefi alanda kalıyor bu konular...
Şimdi bigbang ile başlayan bu titreşimler kaosu, 100 trilyon yıl sonra, evrenin ısıl ölümü gerçekleşip var olan her şeyin buharlaştığı o gün geldiğinde, dalga genlikleri uzaya uzaya eninde sonunda sönümlendiğinde de;
O denize 'var kardeşim işte' demeye kimin totosu yiyecek?
Bırakın alanları, yine etkileşimlerle tanımladığımız uzamsal boyutların, hatta zaman boyutunun da aynı bu boşa düşen denizler gibi bir anlamı kalmayacak.
******
Geçenlerde trafikte giderken bir adam geldi, benim arabaya kırmızı ışıkta arkadan bindirdi. Bir de inip bana küfretti. Ben de kalktım adama bir yumruk attım.....
'Yumruk atmak' bağımsız bir varlıktır. 'fermiyon' dur 'bozon' dur. Ben değilim.
Ben aslında yokum......
Yorumlar
Yorum Gönder