Ana içeriğe atla

Ölüm Fiziği

  Bu yazıda biraz ölüm ve ötesini dogmalardan uzak bir şekilde konuşmak istiyorum. Haliyle ne kadar objektif yaklaşırsam yaklaşayım, biraz spekülasyon olacak baştan belirteyim.

konuyla ilgili olan eski bazı yazılar;

  Giriş;

Önceki yazılarımda genel olarak;
  Gerçekliği farklı şekillerde tanımlayabildiğimizi ve temelinde kavramsal olarak 0/0 gibi zorunlu bir belirsizliğin olduğunu anlatmaya çalıştım.

Evrenimizin parankim dokusu olan fiziksel gerçeklik; nedenselliğe göre işleyen, determinist davranan, ışık hızının bilgi iletim sınırı olduğu standart modelle tanımlanabiliyor. 

 Ancak dokunun yüzeyindeki desenlerle ilgilenmeyi bırakıp kumaşın kendisiyle ilgilendiğimizde hiç te nedenselliğe uymadığını, ışık hızının ve determinizmin geçerli olmadığını görüyoruz. 

Madde ve enerjinin ise sonsuz alanların etkileşimlerinin ta kendisi olduğunu görüyoruz(gerçeklik nedir?).

Varlığın temelini antik pisagorcular ve günümüzdeki bazı fizikçiler gibi mutlak bir matematiğe bağlamak yerine, kavramsal bir belirsizliğe bağlamak tutarlı bir yaklaşım. Enerji gibi kendisi de etkileşim ürünü olan 'bilgi'yi bu kavramsal tözün doğası olarak düşünmemek için bir sebep yok. 

   Süperpozisyon halinde bir kavram aleminin, yani bir çeşit idealar aleminin temel alınması gerektiğini söylemiyorum. Çünkü varoluşun temelinde zorunlu bir belirsizlik hakim ise  'süperpoze özellikli bilgi idea'larının da 'belirli' kılacak çeşitli enformasyonlarla tanımlanamaması gerek. Bu durum mantıksal çelişki doğururdu.

Örnekleyelim;

 Kuantum aleminde süperpoze bir elektron yine de elektrondur. Her spini ve lokalizasyonu aynı anda eşzamanlı üzerinde taşıyor ama etkileşimi daima tek bir durumu üzerinden gerçekleşiyor. Açığa çıkan enformasyon 'belirsizlik' yerine 'kesin belirli' bir durumu yansıtıyor. Zaten öyle olmasa enformasyon olmazdı.

   Burada süperpozisyon halindeki o elektron 'kusursuz bir elektron ideası' mıdır? tabiki de hayır.

 'İdea'nın her daim keskin tanımları olur.

 Öyleyse varlığın temelinde idealar alemi gibi uçuk düzeyde bir metafizik yerine oldukça gerçekçi, rasyonel diyebileceğimiz mutlak bir belirsizlik varolmalı. Ve bu belirsizlik içindeki teorik kavramlar da 'zorunlu olarak' tanımlanamamalı.

 Belki de kuantum dünyasının probabilistik(olasılıkçı) doğası, bilinen her şeyin kaynağı olan bu zorunlu belirsizlikler halindeki kavramlar dünyasının yansımasından ibarettir. Olabilir mi olabilir...


Neyse şimdi konuyu değiştirip ölümden bahsedelim;

 Bizler doğar, gelişir, doğuştan gelen bir bilinç arketipini sosyal etkileşimlerle ve çevresel bilgiyi işleyerek öznel bir bilinç haline dönüştürürüz. Yapısı ömür boyu değişip gelişse de bilincimizin total varlığını hafızamızda 'benlik algısı' adı altında kodlarız ve zihnimizde ürettiğimiz bu kavrama sarılırız.  Ve bırakmamak üzere evrimleştiğimiz için odağımız ömür boyu bu farkındalığın üzerinde kalır, zihnimizde tasarladığımız 'benlik' kavramının etkisinde yaşarız.

 Ölünce 'benlik' kavramımız da yok olur haliyle. Peki bize bunu tasarlatabilen bilincimize ne olur?

 'Bilinç' denen kavramı nasıl açıkladığımıza göre değişir. 

 Bilincin tanımı birçok şekilde yapılabilir. Denenmiştir de tarih boyunca.

Ancak emin olabildiğimiz tek şey, bu konuda da tıpkı maddenin temelindeki belirsizlikler gibi bir belirsizliğin hakim olması.

Biraz şu bilincin kendisi sandığımız ve esas ortalığı karıştıran benlik kavramını açalım;

 Öz farkındalık dediğimiz benlik algısının temelinde biraz ayna nöronlarımız saklı. Yani doğumumuzdan itibaren -hatta doğmadan önce bile- annemizi gözlemleriz, çevremizde bize benzeyen ve biz olmayan başka insanlar görürüz, onlar olmasa bile benzer aktiviteler gösteren canlılar görür gözlemleriz, algılar hissederiz, bir zihin kuramı geliştiririz. Kendimizi de algılamakla birlikte, diğer canlılarla ve doğayla kurduğumuz etkileşimin bir sonucu olarak gelişen bu şablonu kendi üzerimizde uygulayarak,  varlığımızla ilgili bir imgelem tasarlarız. İçsel bir persona... Sonradan yapılanıp gelişmiş sanal bir 'ben'.

 'bir ben var benden içeri'


 Zaten merak edilen de ölüm sonrası bu farkındalığın-imgelemin 'bilinç' sanılarak devam edip etmeyeceği....

 Her durumda etmeyecek onu söyleyeyim, Çünkü insan şizofreni hastalığına yakalandığında bile bunu üreten zihin kuramı bozulabiliyor. Bu benlik bilinci daha yaşarken yok olabiliyor. Kişi iyileştiğinde de zihin her zaman olduğu gibi devamlılığı sağlıyor, hikayede kopukluk görmüyoruz. 

Kendisini tuzluk sanan bir akıl hastasını düşünün...

 O tutarlılığı beynimiz illaki sağlıyor. Benlik algımız yok olup geri gelse bile. 

 İnsan psikoza girebiliyor, depersonalizasyon yaşayabiliyor, histeriye girebiliyor, ağır hipnoza maruz kalabiliyor..... 

 Benlik imgelemimiz mistik bir rafa kaldırılıp tekrar önümüze konulmuyor. Beynimizde ömrümüz boyunca bu konuda geliştirdiğimiz tüm devreler çalışıyor. Simülasyon durup tekrar başlıyor. 

Bilgisayarı kapattığımızda oynadığımız oyunun sanal evreni, bir yerlerde devam etmiyor değil mi sonuçta:) Biz o evrene girip çıkmıyoruz, oyunu kapatıp açıyoruz... Adı üstünde sanal evren.

Benliğimize dair oluşturduğumuz bu imgelem gibi.

 Yaşarken bile bu kadar kolay yok olup gelebilen, değişip dönüşebilen ama her zaman oradaymış ta ara sıra saklanıyormuş muamelesi yaptığımız sahte bir tözü bilincin kendisi sanıp 'ölünce yok olmaz' demek tutarsız bir yaklaşım bence...


 Bilinç

 Nöral sistemimizin gelişiminden itibaren oluşmaya başlayan, algısal, durumsal, uzamsal, genetik kaynaklı bütün bilgilerin nöral şablonlarda şekillenip sentezlenmesi sonucu oluşan, asli değil türedi bir bilgidir. 

 (Ve üretilen o personanın aksine beyin dokusunda nöral bir altyapısı mevcuttur. 

 Zaten öz-farkındalık dediğimiz sanal personanın tek amacı, bilişsel fonksiyonlarının  içsel tutarlılığını korumak, bir nevi 'geri yükleme noktası' oluşturmaktır.)

  Bilinç türedi şekilde oluşsa da sonradan diğer tüm varlığın temelini oluşturan bilgiler gibi tekil bir bilgiye dönüşür. 

Zaten bilginin kendisi de sürekli birbirinden türeyen bilgiler silsilesi şeklindedir. Evrende enformasyonun doğası böyledir. 

Kaynağı olmadan birbirini sentezleyen, etkileşimden oluşan etkileşimler, etkilerden oluşan yeni etkiler sonucu sonsuz bir döngüde türetilip duran kozmik bir çember. Ouroboros gibi. Bir kaynak ta yoktur ortada çünkü Evrenimizin kendisi kapalı bir evrendir.

 Bizim bilincimizin de bu döngünün bir parçası olarak ölüm sonrasında yok olmak yerine değişime uğrayacağı kaçınılmaz. 

 İlk teori;

 Bilinç, ölüm sonrası ilk oluştuğu yer olan beynin durup çürümesiyle çözünüp geri dağılır mı? yoksa kavramsal bilgisi dağılmak yerine değişime mi uğrar? 

 Holografik bilinç ve evren ile ilgili yazılarımda anlatmıştım(burada). Evren eğer holografik bir yapıdaysa bilincimiz de holografik temelli olacaktır ve bilgisi kayıt düzleminde evrenin ömrü boyunca her zaman var olacaktır. Diğer her şey gibi.

 Ve Kozmik enflasyon teorisi eğer geçerliyse, ezeli enflasyon hala devam ediyorsa evren kendisini farklı varyasyonlarla sonsuza kadar tekrar edecek. 

'Kavramsal' bazda sonsuz bir reenkarnasyon döngüsünü gösterir bize bu. Ancak tek bir farkla, aynı gezegende ölüp doğmak yerine farklı farklı gerçekliklerde farklı şekillerde....

 Holografik bir evrende kozmik kayıt düzlemi, varlığın her bir noktasında bilgi olarak eşlenik olmak zorunda. Kozmik düzlemin her parçasından bütünün total bilgisine, yani tüm uzay-zamanın holografik akışına tekrar ulaşmak mümkün. Düzlemi parçalarsak parçaların her biri bütünün birer kopyası olur.

 Bir holografik kayıt levhasını kırarsanız herhangi bir parçasından da tüm filmi daha düşük çözünürlükte izleyebilirsiniz.

İkinci teori;

  Kuantum teorisinde evrenimizin, doğuşundan itibaren kuantum dolanıklığı kozmik olarak yaşadığını gözlemleyebiliyoruz. Tüm protonların tek bir protonun sonsuz yer ve spin varyasyonları gibi davrandığını, tüm parçacıkların da bu şekilde davrandığını...

 Sanki aynı tip piksellerle tüm evrenin sürekli renderlandığını düşündürüyor bize.  Yani kaynağı ortak olan bilgilerin dallanıp budaklanıp dönüştükçe aralarındaki bağı yitirmediğini, madde ve enerjinin de böyle davrandığını söylüyorum. Seçtiğimiz rastgele bir kaynak noktasındaki bilginin, tüm kendisinden türeyen bilgilerde dolanıklık yarattığını, Öncül gelen bilginin döngü boyunca kavramsal bütünlüğünü korumaya devam ettiğini..  yine sonsuz bir dolanıklık döngüsü.... 

 Örneğin; Mutlak sıfıra yakın sıcaklıkta enerjileri eşleştirilen (dolanık hale sokulan) iki elektronun teorik olarak bilgileri de eşitlenir. Tek bir bilgiyi ortaklaşa yansıtırlar. 

 Sonra bu elektronlar ışık yılları kadar bile birbirinden uzaklaşsalar da, birisinin kuantum olasılık denklemi çöküp tek bir duruma indirgendiğinde diğeri de tam eşzamanlı olarak, sanki 'anlık' haberdar olmuşçasına tersi şeklinde olasılıktan çıkar. 

 Işık hızında değil, anlık olarak.

 Çünkü iki elektronu temsil eden bilgi tek bir bilgidir. Aradaki mesafe ise bu bilginin kavramsal niteliğini hiç değiştirmemiştir. Sadece bu bilgiyi referans alan bambaşka bir bilgi türemiştir. Onun da  kendisinden önceki duruma etkisi yoktur. Bir önceki bilginin fonksiyonel etkisi, yeni bir bilgiye dönüşmüştür.

  Zincirleme sonsuz bir devinim...

  Devam edelim,

  Tüm canlılığı geriye doğru izlediğimizde sürekli ortak atalara denk geliyoruz. iki farklı ata türden tek bir tür gelişmiyor. Her zaman tek bir atadan farklı farklı türler gelişiyor. Bir ağacın dalları gibi.

 Buradan şunu çıkarabiliriz; tüm bilinçler de kolektif olarak ortak atadan türeye türeye geldiği için birbiriyle özünde dolanıktır. 

 Yani tek bir kolektif bilincin her bir kuantum durum şablonunu farklı bedenlerde 'özgül bilinç' olarak deneyimliyor olabiliriz. 

 Ölünce de bilgi vardan yok olamayacağı için ilgili kuantum durumun bilgisi farklı bir şekilde kendisini canlılık aleminde gösterecektir. 

Ya farklı bir bedende, ya da tüm türde dağıtık bir şekilde.

 Peki ortak atadan daha geriye gidersek ne olur?

 İlk hücreye kadar gelebiliriz. Bu durumda tüm canlılık aleminde.

 Bunu da evrenin doğumuna kadar sürdürebiliriz. E bu durumda da tüm evrende.... 

  Evrenin  dolanık olan kolektif bilgisiyle, bir anlamda total bilgisiyle geri bütünleşmek demek bu. Ve kendi bilincimizi yansıtan kuantum olasılık şablonunun farklı yer ve zamanlarda kendisini tekrarlayan şekilde sürekli göstermesi demek. 

Sonuç;

 Bilgi öznel değil türev bir kavramdır ve illaki türediği oluştuğu başka bir bilgiyi işaret eder. sonsuz bir döngüde. Zaten etkileşimin kendisini tanımlayan idealist bir kavramdır.

 Bilinç te diğer tüm bilgiler gibi türeyen bir bilgidir. Yok olamaz.

 Ancak yok olmasa da ondan sonra gelecek olan şey  'ben' olur mu? 

 Olmama ihtimali çok yüksek olsa da bu sorunun da deneyimlemeden hiçbir zaman cevabını bilemeyeceğiz. 

 Tekilliğin bilgisini elde etmek için karadeliğin içine atlamak gibi bir şey bu...

 

 





 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrı bilinmezliği - üstün tür

 Size önceki yazımda beyinin mutlak gerçekliği deneyimlemeye hiç uygun bir yapı olmadığını, bütün algılarımızın içerde tekrar simüle edilerek deneyimlendiğini ve bu yeniden simüle ediliş şeklinin oldukça öznel olduğunu, bilinçaltından, bilinç düzeyinden ve duygu, inanç durumundan kolayca etkilenip 'kendine göre, işine göre' bir deneyim yaşattığını anlatmıştım.  *    Sonuçta nesnel gerçekliğe ulaşmada kullandığımız yegane aracımız sonuna kadar öznel çalışıyor.  Burada birçok günümüz new-age akımlarının, popüler felsefi akımların etkisiyle sizlere aslında bir matrixte yaşadığımızı iddia etmeyeceğim. Tam aksine dışarda bir gerçeklik var ve bizler de tamamen gerçeğiz. Bu konudan bahsedeceğim size.  Bizim bütün algılarımızla tamamen beynimizin içinde sanal bir simülasyonun içinde yaşamamız, bizim kusursuz yaşam sahibi bir varlık olmadığımızı gösterir sadece. bu kusurun temeli de biyolojik yaşamımızın ta kendisidir.   Fotoreseptör geliştirmiş ökaryotik ...

Holografik Evren Hipotezi

  Önceki yazılarımda hologram kavramını bilinç konusundaki yazımda işlemiştim *( burada )*. Hologram denilince aklımıza popüler kültürün dikte ettiği değil, terminolojik tanımını düşünmemiz gerektiğini anlatmıştım.   Bu yazıda biraz sondan başa doğru gideceğim. Holografik fikirlerin sonuçları, sorulması gereken sorular, bilimsel çevrelerde çıkış noktası ve kanıt sayılabilecek işaretleri üzerinde duracağız. Bir yazı dizisinin ilk paylaşımı olacak bugünkü yazı.    Giriş;   Son yüzyıl içindeki evrene bakışımızın ne kadar baş döndürücü ve biraz absürt sayılabilecek bir hızda değiştiğini görüyoruz.   Durağan bir evren modeli ve newton mekaniği ile başlayan serüvenimiz, Einstein'in görelilik teorisini inşa etmesiyle ve evrenin genişlediğinin, geçmişe gittiğimizde bir başlangıç noktasının olduğunun ispatlanmasıyla oldukça değişti. Sonsuzdan gelip sonsuza giden bir evren yerine başı - sonu olan bir hikayenin içinde olduğumuzu öğrendik. Zamanın da uzay dokusuyl...